24 Temmuz 2008

İki genç adam (part 3)

Anton suratında kocaman bir gülümsemeyle pastırmalı ekmeği ağzına tıkıyordu. Yıllarca kafasına vurula vurula öğretilen sofra adabını bir anda unutmuştu sanki.

Dom ise ufak masada hemen karşısında oturmuş kadehindeki şarabı yudumluyordu yavaş yavaş. Bir kaç dakika öncesine kadar açlıktan midesi kazınıyordu ama şimdi iştahı tamamen kesilmişti. Kaşlarını çatmış, düşünceli düşünceli boşluğa bakarken Anton'un ekmek kırıntılı sesiyle kendine geldi.

"Ne o yemiyor musun?" diyordu Anton.

Düşüncelerinden sıyrıldı yavaş yavaş Dom "Yok... Sen hala meyve suyu mu içiyorsun? Kaç yaşına geldin, erkek gibi içmeyi öğren artık" dedi alayla.

"Daha öğlen bile olmadı Dom. Hepimiz senin gibi alkolik değiliz" diye karşılık verdi Anton aynı alaycı tonla. Abisiyle atışmayı özlemişti.

"Onu boşver de, anlat bakalım ufaklık!"

"Neyi anlatayım?"

"Kızları elbette! Kaç yıldır okuyorsun o akademide, 4 yıl mı? Hiç güzel kız yok mu oralarda?" dedi Dom masada Anton'a doğru manalı manalı eğilerek.

Anton kızarmasına rağmen bozuntuya vermemeye çalıştı. Bir yandan da ağzındakileri yutmaya çalışıyordu.

"Kızlar dedin de... Şu kıza ne oldu? Ariel miydi adı?" diye konuyu değiştirmeye çalıştı Anton. Başka zaman olsa bu numaraları yemezdi Dom ama Anton belaltı vurmuştu bu sefer.

Biraz durakladıktan sonra cevap verdi Dom "Şey... İyidir herhalde."

"Nasıl iyidir ya? Kız için evlatlıktan reddedildin oğlum, görüşmüyor musunuz?"

"Görüş'e'miyoruz hayır. Bir kuleye kapattılar herhalde"

"Kule mi?" dedi Anton bir kaşını kaldırarak.

"Ya... Şu eski aşk romanı vardı ya. Neydi adı?" diyerek durdu.

Dominic her ne kadar serseri görünüşlü olsa da bir o kadar da kültürlüydü. Hanedan yaşlısı Armand'ın kız ve macera peşinde koşan "yüz karası" oğlu olarak tanınsa da aptal değildi. Sadece yeteneklerini olmadık yerlere harcıyordu.

"Hangisi? Binlerce roman var"

"Hani şu düşman ailelerin çocukları aşık oluyor da sonra ailesi kızı kuleye hapsediyor..."

"Hikayelerin yarısı öyle zaten" dedi Anton. Sonra aklına geldi "Aurum e Argentum olabilir mi?". Dominic'in bu kitabı en az 10 defa okuduğunu hatırlıyordu.

"Hah evet o. Sen akademi için ayrıldıktan kısa bir süre sonra bir anda ortadan kayboldu"

"Hiç aramadın mı? Ben gideli yedi sene oldu..."

"Sekiz oldu aslında, ve hayır aradım. A'luminarlar da bizimkiler kadar sinir bozucu çocuklarının hayatlarına karışma konusunda. Ne nereye gittiğini bilen ne kendisini tanıyan kimseyi bulamadım ve inan çok kişiye sordum"

Anton abisinin bu sözleri söylüyorken ki halini görünce içinde bir şeyin sıkıştığını hissetti. Yedi (hayır sekiz) sene önceki sürekli gülen, hiç birşeyi umursamayan halinden geriye pek birşey kalmamıştı.

Evden Kolej ve Akademi'de öğrenim görmek için ayrıldığında on altı yaşındaydı Anton ve kendinden sadece iki yaş büyük abisi de kendisiyle birlikte ayrılıyordu. Ancak Dominic okumak için gitmiyordu; babaları tarafından evlatlıktan reddedilmişti. Hem de ne için? Rakip bir ailenin kızıyla görüştüğü için.

Anton'un içindeki üzüntü, o günleri hatırlayınca kızgınlığa dönüştü. "O" gün babasını abisine bu yaptıkları yüzünden asla affetmeyeceğine yemin etmişti kendi kendisine. Yıllarca da o hınç geçmemişti, ta ki bu kuzeye yolculuk fikri aklına girene kadar. Babasına mektup yazmaya başlamasının tek nedeni buydu başta ve zamanla kızgınlığı azalmaya başlamış hatta bu sabah eve geldiğinde babasıyla arasının bozuk olduğunu unutmuştu bile.

"Ne o, yüzün şekilden şekle girdi bir anda?" diyince Dom, tekrar gülümsemeye başladı Anton. Uzun bir süre boyunca bu genç adam dünyadaki tek dostu olmuştu; geçmişte yaşanlarla canını sıkmanın anlamı yoktu. Tekrar evlerinde birlikteydiler ve daha uzunca bir süre birlikte kalacaklardı, şu anda önemli olan buydu.

"Sen kendi çirkin suratına bak." diye karşılık verdi Anton gülerek ve Dom'un önündeki şarap şişesine doğru uzandı.

Hiç yorum yok: