30 Temmuz 2007

Summon The Worms

Bir süre önce Sci-Fi channel'ın Dune (2000) ve Children of Dune (2003) adlı mini dizilerini izledim. Dune hakkındaki bilgim oyunlarla ve 80lerde David Lynch'in çektiği Dune filmiyle sınırlıydı (aslında o Dune dizisini 2000de izlemiştim ben ama biraz görüntüden ibaretti kafamda). Kitaplarını okumaya ise vaktinde üşenmiştim.

Frank Herbert'ın dehasına saygı duymakla beraber David Lynch'in hikayenin içine nasıl sıçtığını fark ettim dizileri bir daha izleyince. İlk kitabın içeriği hakkındaki bilgim epeydir vardı dediğim gibi ama asıl olay 2. kitapla başlıyormuş (Children of Dune adlı dizi 2. ve 3. kitabı anlatıyor). İlk kitapta yaratılan süper insan (yani teknik olarak zaten öyle de... Kwizatz Haderach olması durumu) Muad'dib izlenimi diğer kitaplarla birlikte ortadan kalkıyor ve Paul'ün de sonuç olarak bir insan olduğu izlenimi veriliyor.

Bir diğer dikkatimi çeken olay ise Paul ve çocuklarının başından geçen olayların, Star Wars'da Anakin ve çocuklarının başından geçenlere çok benzemesi. İtirazım olduğundan değil ama, ne bileyim.

Children of Dune'da özellikle hoşuma giden kısım Muad'dib'in öğretilerinin bilinen evren içinde sebep olduğu Jihad ve milyarlarca insanın bu geleceği görebilen adam yüzünden ölmesi. Oğlu Leto'nun da belirtmiş olduğu gibi, iyi bir lider olmak için geleceği görmekten çok cesur olmak gerekiyor. Fakat Leto'nun God Emperor of Dune'da yaptığı fedakarlık ve kendi yok oluşunu planlaması gerçekten saygı duyulması gereken bir harekettir. Leto > Muad'dib'dir yani.

Muad'dib'in her hedefinin gerçekleşmesini sağlayan Fremen'in ise devrimin ana hedefi olan Arrakis'in değişimi projesinde sonradan yan çizmelerini ise anlayabilmiş değilim. Çölün yok olup sulak topraklara kavuşmak Liet Kynes'in asıl planıydı ve Muad'dib'den önce bile Fremenler arasından benimsenmişti. Belki de tepkinin temelinde yönetim el değiştirdikten sonra her işin altından Atreides parmağının çıkmasıydı bilemiyorum.

Neyse asıl amacım Dune üzerine kendi içimde tartışmak değildi. Aslında Dune hakkında yazı yazmayı da planlamıyordum ama yazıya başlarken soundtrack girince böyle bi gaza gelmiş bulundum.

Hazır bahsetmişken unutmadan söyleyeyim. Dizide dikkati çeken bir diğer olay ise (Children of Dune'da en azından) müzikler. Bryan Tyler efendi öyle bir soundtrack yapmış ki, tüm albümü loopa almış durumdayım haftalardır. Bi Summon the Worms olsun, bi The Revolution olsun, bi Inama Nushif olsun muhteşem parçalardır.

Fazla uzatmadan bitireyim. Dune'un ve karakterlerinin yapısını tartışmak hoş olurdu ama böyle insan kendi kendine konuşmuş gibi oluyor. Uygun ortam bulduğumda affetmeyeceğim :P

Geçen yazımda daha serbest yazacağım demiştim ve öyle de yaptım sanırım. Emin değilim yani. Üstünde çalıştığım setting hakkında birşeyler karalarım (tabi elektronik bir ortamda karalama terimi ne kadar uygundur o da ayrı bir konu) diyordum ama saptım başka yerlere. Bir daha ki yazıya artık.

27 Temmuz 2007

Başlık bulmak en zorudur

Yazıya giriş yapmakla kapışır ya da. Yazı yazmak, siz işi ne kadar ciddiye alıyorsanız o kadar zorlaşır. Cümlelerinize kelimelerinize daha çok dikkat etmeye başlar, aynı cümleyi 3 kere silip 4 kere düzeltirsiniz ve yine de beğenmezsiniz.

Cümle yapısını geçince iş içeriğe gelir. Yazdığınız şey genellikle o anki düşüncelerinize göre şekil aldığı için yazdığınız yazıyı bir sene sonra okuyunca "ne saçmalamışım ben ya?!" demeniz kaçınılmazdır.

Bir diğer sorun ise ciddiyettir. Aslında ciddiyetten öte yazıyı belli bir kalıba uydurma çabası da denebilir buna. Bir kere tarzınızı belirli bir kalıba uydurma çabasına girince kurtuluşu olmuyor o gidişin. Kendisini kısıtlayarak yaratıcılığını öldürüyor insan. Ama bir tarz uğruna yazı yazma isteğinden olmaya değer mi? ya da bir noktadan sonra bu kaçınılmaz mı? Ya da hiç alakası yoktur?

Bir blog insanın içini dökme yeri ise (öyle mi?) neden serbestçe, içinden geleni yazamıyor insan? Düşündüğü herşeyi, düşündüğü şekilde yazıya geçirebilmek bu kadar zor olmamalı. Zorsa da bunun nedeni nedir onu merak ediyorum ben. Düşünürken kelimelere, cümlelerdeki mantık hatalarına, noktalama işaretlerine bu kadar dikkat etmiyoruz bundan olabilir. Diğer bir olasılık da düşüncelerini kafandayken başkalarına açmıyor olmak olabilir.

Bir blog yazısı yazarken başkalarının okuyacağını ve insanların bu yazıdan bir şeyler anlamak isteyeceğini düşünür yazar. Örneğin şu cümleyi bile 3 kere silip baştan yazdım... Bunu neden yaptım bilmiyorum. Cümle düşüklüğünden mi? Kelimeleri uygun bulmamamdan mı? Aslında boşverip içinden ne geliyorsa, hiç bir değişiklik yapmadan yazmak, yazabilmek güzel olurdu. Ha tutan mı var? bilmiyorum, sanırım yok. Bunu denemek bir daha ki görevim olabilir evet.

Yazının sonunu getirmek ise kimilerinin düşündüğünün aksine başlamaktan daha kolaydır. Çok daha kolay hem de. Mesela bakın:

26 Temmuz 2007

Eskiden misket oynardık...

Sonra frp diye bişey varmış dediler. 12 sene oldu (belki daha fazla), hala hayal kurmakla meşgulüm işte. Tek tesellim kendi hayallerinde kaybolan budalalardan olmamam. Evet hakaret gibi oldu ama daha ne diyebilirim ki başka.

Liseden mezun olurken herkesin aklında "üniversitedeyken acayip frp döner olmmmmm" şeklinde bir düşünce vardı. Valla tüm üniversite hayatımda lise sonda oynadığımdan daha az frp oynamış olduğumu düşünürsek bu iddiamız çok boşmuş.

İlk sene yine epey oynuyordum aslında hakkını yemeyeyim. Ama sonra ne oldu bilmiyorum. Sosyal damarı kesildi herhalde, hem ortamlardan hem de gelişmelerden uzak kaldım. Geçen sene itibariyle yazı yazma yeteneği mi de kaybetmemle tam pişti oldu.

Ama bu bir son bulsa iyi olacak. Msnden de olsa frplere geri dönüş yapıyorum. Zaten reel bir ortamda adam bulmak çok zorlaştı artık. Eski grup üyelerinin hepsi bir yerde. İstanbulda olanlar da iş güç derken kaybolmuş durumda. Bir sonraki adımım yeni frp tayfası oluşturmak olsun, burada not olsun o.

Neyse... Yazmaya devam edeceğim demiştim. Dizaynı falan değiştirerek biraz yenilik yapmaya çalıştım ama hala mesajların çıktığı kolon fazla dar gözüküyor. O kadar da dert değil, geçelim.

Bu mesaj biraz yoklama amaçlıydı. Daha çok içerik sahibi mesajlar çok yakında :P

23 Temmuz 2007

Silence of the Lamps (?)

Unuttum sanıyorsunuz ama yanılıyorsunuz! Nicedir (nicedir?) buraya tekrar yazmak istiyorum ama hep bi tembellik hep bi... bişeylik işte.

Bahaneler sıralarım aslında (okul, sıcak, hebe höbö...) ama kolayca tahmin edebileceğiniz gibi bunların hiç biri geçerli sebepler değil.

Açıkçası yazma isteğimi tamamen kaybettim son aylarda. Aslında isteği kaybetmedim ama, birşey oturup yazamıyorum. Zihinsel olarak kısırdöngüye girmiş gibiyim. Şubat-Nisan arasını bilgisayarsız geçirdim ve o aralar birşeyler karalayabildim. Bu demek oluyor ki bu bilgisayar yaratıcılığımı öldürüyor.

Ölen şey yaratıcılık değil aslında. Boş zamanlarda kafam çok güzel çalışıyor ama bir şeyleri yapabilmem için illa birilerinin kafama kakması gerekiyor ve ne tesadüftür ki birilerinin zorla bir iş yaptırmasından da nefret ederim, o işi içimden gelerek yapmam o zaman da. İşin komiği bir şey yapmak için beni zorlayan kişi kendim bile olsam (biraz mantıksız oldu gibi..) benzer bir sonuç çıkıyor ortaya.

Kimi zaman acayip gaza gelip fikir doluyorum, onu yaparım bunu asar şunu keserim diyorum ama bilgisayar başına oturunca gidiyor uçuyor hepsi. Bu bloga yazma işini de haftalardır ertesi güne erteliyordum mesela.

Hayır durumun ciddiliğinin farkında olsam da patlak balon gibi bütün havam kaçıp gidiyor bir iş yapmam gerektiğinde. Sorun için iki çıkış yolu görüyorum şu anda: ya bu şekilde devam edip sonunda patlayacağım ya da kendi kafama vura vura kendime geleceğim (ne?).

Neyse, yine depresif konuştum sanırım. Hayır depresif bir insan olsam doğal karşılayacağım ama o da yok. Bir şeyler yazmaya başlayınca böyle oluyorum sanırım.

Yeniden birşeyler yazmaya başladığıma göre daha çok saçmalamalarımı dinleyeceksiniz demektir. Şimdilik yeter bu kadar.

Not: interrail anılarımı okuyan bir kaç arkadaş devamını yazmayacak mısın diyordu bi aralar. Bilmiyorum yazarım belki.. Ancak seneye 2. bir interrail planı ortaya çıktığından onun sonuçlarını da aktarabilirim ilk gezinin sonları yerine. hatta size spoiler yapayım, geçen sefer Sistine şapeline girememiştik :P