27 Temmuz 2008

Bir fincan kahve (p6)

Eve döneli 3 gün olmuştu ve Anton hala hazırlıklarını tamamlayamamıştı. Viktor'un seçtiği adamlar ve özel olarak tuttukları rehber yarın şatoya ulaşacaktı ancak güneşin doğmasına üç saat kalmış olmasına rağmen hala rota çizilmemiş, haritalar tamamıyla incelenmemişti. Uykusuzlukta kafası çatlayan Anton, alnını kitaplardan ve haritalardan oluşan bir kümeye dayamış düşünüyordu. İki gün boyunca içen Dom daha dün ayılmıştı. Viktor ve Armand ise ortalarda gözükmüyorlardı.

Kafasını kaldırıp etrafına baktı Anton; kahve arıyordu. Masanın üzerindeki kitap kümelerini araladı dolu bir kap bulmak için. Peh hepsi bitmişti. Uşakları da çağıramazdı, bu saatte kim ayakta olurdu ki zaten.

Elleriyle saçlarını geriye attı ve masadan kalktı. Odadan çıkacakken gözü aynadaki yansımasına takıldı. Saçları, sakalları uzamıştı iyice. Yarın yola çıkmadan önce bir de traş olması gerekiyordu bir de. Yüzünü buruşturarak odadan çıktı. Neydi bu babasının acelesi? Sanki bir yerlere yetişmeleri gerekiyormuş gibi bütün hazırlıkları oldu bittiye getirmişti Armand. Yine de bütün yolculuk için finansman olduğu ve bütün ihtiyaçları bir iki gün içinde tedarik ettiği için babasına kızamıyordu. En azından suratına karşı. Yine de minnettardı babasına. Neyse ne, şimdi babasını düşünecek vakti yoktu.

Ses çıkartmadan merdivenlerden hole, oradan da hizmetçilerin odalarının önünden geçerek mutfağa geçti. Kolejde geceleri dışarı sızmak için uğraşılan o kadar saat boşa harcanmamıştı görünüşe göre. Akademi'deyken "dışarı sızmak" gibi bir durum söz konusu bile olmadığından biraz paslanmıştı elbette ama gecenin bu saatinde hiç kimseyi uyandırmadan cezveyi ve kahveyi bulmayı başarmıştı. Tek sorun ocağı yakmaktı şimdi.

Gaz ocağı çalışmıyordu. "Herhalde gece gaz vanasını kapattılar" diye düşündü Anton. Yandaki eski odunla ısınan ocağa baktı. Odun vardı içinde hala. Kibrit yada çakmak aramaya başladı ancak bir kaç saniye sonra gözlerini devirerek ocağa geri döndü. Cebinden uğurlu gümüş parasını çıkartıp avcuna aldı. Ocaktaki odunlar önce ısınmaya ve yavaş yavaş tütmeye ardında da alev alev yanmaya başladı. Dört sene Akademi'de okuduktan sonra kim kibrit kullanırdı ki.

Kahvenin pişmesini beklerken bir tabure çekerek ufak pencereden şatonun bahçesine bakmaya başladı. Dışarıda hiç bir hareket yoktu. Ancak hareket olmaması hiç kimse olmadığı anlamına gelmiyordu tabi. Surlardaki nöbetçiler dikkatini çekmişti. Eskiden bu kadar nöbetçi yoktu sanki şatoda. Son yıllarda babası, Viktor yada ikisi birden paranoyaklaşmaya başlamıştı görünüşe göre.

Güvenlik takıntısı olmasına rağmen Viktor'un kendisiyle gelecek olmasından memnundu aslında Anton. Çocukken kendisine ve abisine kendilerini savunmayı o öğretmişti. Kendisi pek dikkatini vermemiş olsa da Dom ve Viktor saatlerce çalışırdı. O zamanlar Dom'un dövüş sanatını öğrenmek için bu kadar çabalamasının tek nedeni küçük kardeşiyle boğuşurken avantaj kazanmak olsa da, evden ayrıldıktan sonraki yıllarda oldukça işine yaramıştı muhtemelen.

Düşüncelerinden sıyrılan Anton kahvenin hazır olduğunu fark etti. Büyükçe bir kaba kahveyi doldurduktan sonra gümüş parasını tekrar çıkarttı. Ocağı açıp alevlere konsantre oldu ve alevler aynı ortaya çıktıkları hızla kayboldular. Bir elinde kahve kabını alan Anton, esneyerek mutfaktan çıkarken gümüş parayı havaya atıp yakaladı ve cebine geri soktu.

Hiç yorum yok: