01 Ekim 2007

Project Atlantis (part 3)

Babil Kulesinin çöküşünün ardından tekrar dünyanın dört bir yana dağıldı insanlar. Artık aralarındaki bağları tamamen yitirdikleri için onları birbirine bağlayan hiç bir şey kalmamıştı. Uygarlıklar birbirinden bağımsız, tarihlerini tamamen unutmuş bir şekilde gelişmeye devam ettiler.

Kendini tanrı ilan eden melekler ise Kulenin çöküşü ile birlikte popülaritelerini yitirmeye başladılar. Ayrıca cennete baş kaldırılarının cezası bu kadarla kalmamıştı, ancak melekler arasında gelişen bu olaylar hakkında insanların elindeki tek bilgi kaynakları “kutsal kitaplar” olduğundan bilinenler kabaca melekler arasında bir savaş olduğunu ve Cennetin galip gelerek baş kaldıran melekleri Cehennem adı verilen yere sürdükleridir.

Cennet’in insanlık üzerindeki son ve şu güne kadar ki en etkin planı kendilerinden birini yollamaktansa insanlar arasından birilerini bu işle görevlendirmek olmuştur.

Son bir kaç bin yıl boyunca insanlığa öyle yada böyle yol gösterip istedikleri şekle sokmaya çalışan melekler, insanların bu işi kendi aralarında gayet başarılı bir şekilde halledebileceklerini görmüş ve uzun bir süre boyunca çeşitli insanları “peygamber” olarak atayarak “din”lerini yaymışlardır.

Önceki hataların tekrarlanmaması için her dinde ortak bir tarih ve bu tarihten çıkartılacak dersler belirtilmiştir. Bu dinlerdeki en önemli yasaklardan birisi ise “büyücülüğün yasaklanması” olmuştur. Her kültürde aynı seviyede olmasa da büyücü avları dönem dönem dünyanın heryerinde yaşanmıştır.

Büyücülük, Afrika kabilelerinin şamanlarından Maya rahiplerine, Kelt druidlerinden Avrupalı simyagerlere kadar çoğu yerde çeşitli formlarda kendisini göstermiş ve Atlantis sonrası dünyadaki her uygarlıkta yer bulmuştur. Ancak “ilahi dinlerin” gelişiyle büyücülere karşı düşmanca tavırlar, anlaşılmayana karşı duyulan korkular büyümeye başlamış ve klasik anlamdaki büyücülük yavaş yavaş yok olmaya başlamıştır. Bu korku kimi zaman şiddetli eylemleri de barındırmıştır içinde. Bu eylemler arasında en bilinen ve en organize olanı Vatikan Kilisesince Orta Çağ’da yaşanan cadı avlarıdır.

Babil’in çöküşünden beri pek çok şeyi unutup tekrar öğrenen büyücüler, Orta Çağ’a kadar tekrar ayakları üzerinde durup yeteneklerini bu yeni koşullara göre şekillendirmeyi öğrenmişlerdir.

Rönesans ile ortaya çıkan akılcılık akımı her ne kadar büyücülükle kavramı ile tamamen zıt gözükse de bilim ve büyücülük arasında her zaman oldukça ince bir çizgi olmuştur. Büyücülükle gerçekleştirilenler modern bilimle açıklanamıyor olsa da hedefler genellikle aynıdır. Sadece pratik kullanımlarındaki araçlar ve yöntemler farklıdır.

Rönesans’ın doğuşunda katkısı olan çoğu ismin aynı zamanda birer büyücü olması tesadüf değildir. Bu dönemin çoğu sanatçı ve bilim adamı günümüzde Akademi adı verilen grubun temellerini atmıştır.

“Büyü” ile gerçekleştirilebilecek şeyler her ne kadar olağanüstü olsa da günümüzde ve tarih boyunca bu etkileri gerçekleştirebilmek için kişisel beceri ve bilgi birikimi gerekmektedir. Ancak bu bilgi yapılacak ayin bilgilerinden öte etkinin doğal yollardan nasıl ortaya çıkacağı üzerinedir.

Rönesans sanatçılarının bu konumu da bundan kaynaklanır. Büyücü oldukları için bilgili ve yetenekli değil, bilgili ve yetenekli oldukları için büyücüdürler. Kendilerinden önce gelen aydınlanma sürecinin son halkası olarak Orta Çağ’ın baskıcı yapısını kırmayı başarmışlardır.

Orta Çağ’ın bağnaz yapısının en önemli nedeni “Krallık” adlı oluşumdur. Günümüz dünyasında eskisi kadar etkin olmasalar da, ilahi dinlere sıkı sıkıya bağlı “büyücü”lerden oluşan bu örgüt radikal din anlayışlarıyla modern “büyücülüğün” gelişmesini yüzlerce yıl boyunca engellemişlerdir. Ancak Rönesans döneminin politik, sosyal ve ekonomik değişimleriyle birlikte Krallık hızla gücünü yitirmiştir.

Takip eden 500 yıl boyunca insanlığın teknolojik ve sosyal olarak hızla ilerleyişini büyük miktarda hayallerini gerçek yapabilen bu insanlara borçludur. İnsanlığın gelişimi için çalışan bu kişiler, kendileri gibi doğaüstü yeteneklere sahip olma potansiyeline sahip olanların eğitimi için Akademi adlı organizasyonu oluşturmuşlardır. 17. yy’ın başlarında, Atlantis’in Tufan sırasında yok oluşundan önce şehrin korunan bölgelerinin keşfedilmesi ile bu bölgeler dönemin önemli şehirlerine taşındı ve bu şehirlerin içine entegre edildi.

Akademinin sağladığı eğitim, “büyücülük” eğitiminden çok daha ileri tekniklerle pozitif ve sosyal bilimlerden, meditasyon ve sanat eğitiminden oluşmaktadır. Hayal ve düşüncenin gerçekliğe yansıtılmasında temel, olayların ve varlıkların nelerden ve nasıl oluştuğu, ne gibi sonuçlar doğuracaklarının bilinmesi olduğundan ve bilginin insanlığın Atlantis günlerindeki ihtişamına giden tek yol olduğunu düşündüklerinden Akademi üyeleri yüzlerce yıl boyunca bu amaçlarını gerçekleştirmek için insanlığın eğitimi için çalıştılar.

Günümüzdeki tüm “büyücüler” Akademi mezunudur. Seçtikleri yol ne olursa olsun Akademi ahlaki konularda olabildiğince nötr kalmaya çalışır. 20. yüzyılın başından beri daha spesifik konularda uzmanlaşmış gruplar ortaya çıkmış olsa da insanlığın gelişimi için uğraşan en etkin grup Akademi olmaya devam etmiştir.