07 Ağustos 2007

Project Atlantis (part 2)

Evet nerede kalmıştık...

Hataları düzeltmek için çabalamaktansa herşeyi silip baştan başlatan meleklerden bahsediyordum.

Tufan, hepinizin tahmin edeceği gibi dev dalgaların, fırtınaların, dağların tepelerine kadar yükselen suların tüm dünyayı yok etmesine neden olmuş fakat Tanrı Nuh’a bir gemi yapmasını ve gemiye her hayvandan bir çift almasını söylemiş vs vs... Kutsal kitapların anlattıklarının aksine Aryanlara bir uyarı yapılmamıştı.

Benim burada bahsettiğim tufan yukarıda belirttiğim gibi sadece fiziksel bir yıkım değil aynı zamanda ruhsal ve zihinsel olarak da yıkıcıydı. Bu yıkım hem doğrudan hem de dolaylı olarak oldu. Ortak bir üst bilince sahip insanlık bir anda bu kadar ani bir şekilde yok oluşla karşılaşınca yaşanan şok aralarındaki bu bağı koparttı. Bir bireyin milyonlarca diğer insanın korku ve dehşetini bir anda hissetmesi kesinlikle kolay olamazdı zaten.

Üstbilinçlerinden ayrılan insanlar doğaüstü yeteneklerinden yoksun kaldılar ancak teknolojileri kurtuluşları olacaktı. Tufanı durduracak veya kendileri haricinde başka hiç kimse yada hiç bir şeyi kurtaracak imkanları yoktu. Bu yüzden sular altında kalmakta olan bir kıtada yaşayan milyonlarca insan genelde ne yaparlarsa onu yaptılar ve gemilere doluştular.

Olayların Nuh’un Gemisi miti ile olan bağı bu noktada kurulabilir, çünkü tufanın ilk etkilerini atlatıp hayatta kalmayı başarabilenler bir araya toplandılar ve sular çekilmeye başladığında kendilerini şu anda Mezopotamya olarak adlandırılan yerde buldular.

Tufanın yarattığı yıkımının etkileri geçmeye başlayınca insanlık (artık Aryan ve maymun-insanlar arasında pek bir fark kalmamıştı ve bu yüzden artık bir ayrım yapma gereği duymuyorum) aralarındaki zihinsel bağı kaybettikleri için ortak yaşam da eskisi kadar kolay değildi. Artık gruplaşmalar yaşanıyor, birbirine aykırı fikirler kimi zaman insanlar arası şiddetin ortaya çıkmasına bile sebep oluyordu. Bu yüzden her grup kendi yolunda kendine ait bir toprağa yerleşmek üzere ayrıldı.

7 ayrı grup olarak dünyanın dört bir yanına yayıldı insanlık. Ancak eski ihtişamından geriye çok az şey kalmıştı Atlantis uygarlığının. Artık sadece uzun ömüre sahip Aryan’lardan oluşmayan insanlık zamanla daha kısa ömürlü, daha unutkan, daha cahil ve daha saldırgan hale geldi.

İnsanlık Atlantis mirasından kalan son kozunu Babil’de kullandı. Tufandan sonra gerçekliği etkileme yeteneklerini kaybeden insanlar arasında bir kaç kişi bu yeteneklerini, bir üstbilince bağlı olmadan bireysel olarak kullanmanın yolunu bulmuştu. Bu az sayıda kişi artık cahil ve cahilliğinden memnun insanlar arasında “büyücü” olarak anılmaya başlamıştı. Ancak “büyücü” diye adlandırılan bu insanlar bilgi birikimleri ve bilgelikleri sayesinde yeni kurulan medeniyetler arasında saygı kazanmışlardı.

Büyücüler arasında bir kardeşlik anlayışı olsa da fikir ayrılıkları çoktu. Atlantis’in ve medeniyetlerinin yok oluşunun hesabını meleklerden ve cennetten sormak gibi delice amaçları olanlar vardı aralarında. Ancak her ne kadar deli olsalar da oldukça ikna edici olabiliyorlardı. Babil kralına göklere uzanan bir saray inşaa edeceklerini ve tüm insanlığın bu kule etrafında toplanacağı, kendisinin de bu insanların efendisi olacağını söylediler. Olayların böyle gelişeceğini pek sanmıyorlardı fakat kralı ikna etmek için biraz yalanın zarar vermeyeceğini düşünmüşlerdi.

İkna olan Babil kralının ardından dünyanın tüm milletlerini Babil’de toplayıp bu amaç için çalıştılar. Aralarında karşı çıkanlar isyan edenler oldu, fakat Babil kulesi yükseliyordu.

Ancak melekler yine boş durmuyordu. Tufanın ardından insanların tekrar eski sapkın yollarına dönmelerini engellemek için aralarından bir kısmını tekrar dünyaya yolladılar. Ancak bu sefer melekler insanlarla olan mesafelerini koruyacaklardı. Hala tamamını yok edip edemediklerinden emin olmadıkları Nephilimlerin yeni bir neslinin ortaya çıkması tehlikesini bu şekilde yok etmiş oluyorlardı.

Bu melekler insanlara tanrının ve cennetin yolunu anlattılar. Ancak dünyanın ayrı köşelerine dağılmış ve atalarının yaşadıkları hakkındaki bilgilerin çoğunu oldukça hızlı bir şekilde unutmuş olan insanlar bu ilahi varlıkları Tanrı’nın bizzat kendisi sandılar. Kendilerine Tanrı sıfatı yakıştırılan melekler önce insanlara bu düşüncelerinin yanlış olduğunu ve bunun büyük bir günah olduğunu söyleseler de, artık dünyanın havasından mıdır nedir, bir süre sonra kendileri de bu sözlere inanmaya ve kendilerini tanrı sanmaya başladılar.

Cennetin melekleri zıvanadan çıkmıştı fakat bu tanrı-melekler cennete olan sadakatlerini yitirmediklerini ve sadece numara yaptıklarını belirterek bu gidişatın engellenmemesi sağladılar. Kendilerini Tanrı ilan etmeleri cennetteki melekler açısından işlenebilecek en büyük günah ve küfür olsa da insanların yaratabilecekleri sorunları engel olmanın en kesin yolunun bu olacağı konusunda karar kıldılar.

Tanrı-melekler insanları oldukça yakından takip edip hem keyif sürüyorlar hem de cennetin müdahalesini engellemek için sürekli bir cennetle iletişim kuruyorlardı. Babil’de gelişen olayları ise rapor etmek yerine çıkar sağlamak için kullandılar.

Babil kulesinde “Cennete açılan kapı” yapıldıktan sonra bu kapının gerçekten cennete açılmasını sağlayacaklar ve belki de tek rakipleri olan Cennet’in meleklerini ortadan kaldıracaklardı. Fakat kendi kardeşlerini çok küçümsemişlerdi.

Daha fazla detaya gerek yok, özetle Babil Kulesi yıkıldı, tanrı-melekler dağıtıldı ve cennetten sonsuza dek sürüldüler.

İnsanlar da tekrar tekrar sorun yaratmaya devam ediyorlardı ve aynı şeyin tekrarlanmasını engellemek için insanlara Atlantis’ten geriye kalan son miras olan konuştukları ortak dili unutturup sayısız ayrı dile dönüştürdüler. İnsanlar bir daha bir araya gelemezlerse bir daha baş kaldıramazlardı, sorun çözülmüştü. Yada çözülmemiş miydi?

Not: Babil’den Rönesans’a kadar yazacağım demiştim ama bu kısmı bile biraz fazla oldu bu blog için. Neyse yavaş yavaş ilerliyorum, acelesi yok nasılsa. Bir dahaki bölümde peygamberler ve “ilahi dinlerin” gelişi, Orta Çağ’da gelişen olayları anlatacağım. Ayrıca Nephilim’e tufandan sonra ne oldu, tamamen yok mu oldular, o konuda da birşeyler yazarım sanırım.

Hiç yorum yok: