06 Ağustos 2007

Project Atlantis (part 1)

Project Atlantis her ne kadar üstünde çalıştığım settingin adı olmasa da, daha bir isim bulamadığım için bu yazı boyunca bununla idare edeceksiniz.

Bu settingim üzerinde bir önceki settingim Zaman Fırtınası (ve yine aynı evrenin geleceğinde geçen ZF Cyberpunk) üzerinde çalışmayı bıraktıktan kısa bir süre sonra düşünmeye başladım. Her halde 3 sene önceye falan denk geliyor bu da.

Başlangıçta şu anki haliyle pek alakası olmasa da (ZF'de öyle başlamıştı aslında...) sonradan epey bir değişim geçirerek şu anki haline geldi. Daha settingin içeriği hakkında bilgi vermeden böyle konuşunca bir şey anlaşılmıyor tabi ama, ön bilgi olarak bunu vermek istedim.

Ha bir de başlamadan önce okuyacaklara not: Eğer dini konularda hassassanız, milliyetçilik konusunda hemen gaza gelip "ne diyosun lan sen itin soyu!!" şeklinde çıkışlar yapıyorsanız bu yazıdan (ve devamında bu settingi anlatan yazılardan) koşarak uzaklaşmanızı tavsiye ederim. Sizin hassas doğanıza saygı göstermek gibi bir amacım yoktu bu setting üzerinde çalışırken. Eğer bu saydığım özelliklere sahip değilseniz, buyrun hoşgeldiniz.

Setting dünyamızda, daha doğrusu dünyamızın alternatif bir halinde geçiyor. Eğer bu işlere yabancı değilseniz biraz World of Darkness'a benziyor diyebilirim. Ancak wod'da olduğu gibi gerçek dünyanın daha karanlık halini değil, dünyamızın birebir halini barındırıyor içinde. Tek farkı din mitlerinin biraz "değişik" bir yorumu.

Hikayemiz evrenin yaratılış anı ile başlıyor. Tanrı (The Lord, Allah, Yehova.. ne derseniz işte), cennetinin tüm meleklerini toplar ve bu son yaratımının kendilerine emanet ettiğini söyler ve cenneti terk eder. Elbette bu insanların bildiği kadarı işin. Tanrının bir yeri terk edebilecek bir fiziksel forma sahip olup olmadığı, tanrının ne olduğu, ne olmadığı günümüz dünyasında ne kadar kesinse burada da böyle. Fakat Aryan'ın kabul ettiği gerçeklik budur.

Tanrının varlığından mahrum kalan melekler kendilerini boşlukta hissederler ancak kendilerine verilen emir doğrultusunda evreni Tanrının geri dönüşüne kadar "işler halde ve tek parça" tutmak üzere çalışmaya başlarlar.

Tanrı evrenle birlikte bir de "insan" denen bir yaratık yaratmıştır. Bu insan denen yaratıklar meleklerden pek aşağı kalır olmasalar da melekler gibi yaratılmamışlardır. Sayısız melek kendilerine düşen bu yeni görevi yerine getirmek ile meşgulken, daha varoluşa yeni gözlerini açmış olan insanlar, öğrenmeye olan açlıklarını Eden'ın en büyük ağacının meyvelerini yiyerek gidermeye çalışmışlardır. Burası bildiğimiz yaratılış destanı kısmına benziyor ancak ortada bir şeytan, bir adem ve bir havva (en azından bu isimlerde spesifik kişiler) yok. Tamamen özgür irade.

İşleri başlarından aşkın olan melekler dikkatlerini cennetten at koşturan insanlardan çok daha galaksileri yeni oluşmaya başlayan evrene vermiş olduklarından insanları dünyaya postalamayı uygun bulmuşlardır. Çünkü Bilgi ağacı meleklere Tanrı tarafından yasaklanmıştı, neden kendilerinden daha basit insan ırkının yemesine izin verilsindi ki? Sonuç olarak insanlar, daha az sorun çıkartacakları düşünülen bu dünyaya postalandılar.

Yaşamdan yoksun bir gezegene sürülen insanlar çevreyi yaşanabilir kılmak için bir anlamda "terraforming" çalışmasına giriştiler. Çünkü Tanrı evreni yaratmış olsa da bu evren yaşamdan yoksun, yarım kalmış bir çalışma gibiydi.

Tabi şundan bahsetmeyi unuttum. Bu setting bağlamında insan ırkı (ve elbette melekler de), Tanrının sıfatlarından olan "irade"ye sahip. elbette gerçekte de bunun böyle olduğu kabul ediliyor dinlerce, fakat benim demek istediğim bu değil. Kutsal kitaplarda Tanrının iradesi demek, Tanrının sadece isteyerek isteğini gerçekleştirmesi anlamına gelmektedir (let there be light tribi yani).

Hikayemizin başrolü olan İnsanlar da bu özellikten nasibini almış bir varlık çeşididir. Ancak bu yetenekleri dümdüz iradelerini gerçekleştirmek değil hayallerini gerçeğe yansıtmak şeklinde çalışmaktadır, Platon'un mağara teorisindeki idea-madde yansıması gibi. Ayrıca bu insanların arasında, aynı kendilerinin bir üstü olan meleklerin kendi aralarında sahip olduğu bağ gibi bir bağ vardır. Neyse bu konuya daha sonra tekrar değineceğim zaten.

Yüzlerce (belki de binlerce) yıllık ömre ve doğaüstü (?) yeteneklere sahip insanlar kendilerine Aryan adını verdiler ve yeni yaşam alanlarını düzenlemeye başladılar. Cennette gördükleri her tür canlıyı (ki cennette gördükleri kendileri ve melekler haricindeki tek canlılar bitkilerdi) dünyada da var eden insanlar ilk yerleşimlerini bulundukları dev platoya kurdular. Bu şehre Atlantis adını veren insanlar aradan geçen zamanla çoğaldı ve Atlantis'de buna bağlı olarak genişledi ve gelişti. Teknolojik olarak günümüzden çok daha ileri seviyelere ulaşan insanlar, Atlantisi bulundukları kıtanın merkezini tamamen kaplayan dev bir uygarlık haline getirdiler.

Bu sırada melekler boş durmuyor ve Tanrının kendilerine verdiği amaç doğrultusunda evreni geliştirmeye ve doğanın dengesini korumakla uğraşıyordu. Fakat milyonlarca yıl süren Atlantis'in huzurlu ortamı kaçınılmaz bir şekilde bozuldu.

Bu sorunun kaynağında insanların ilk defa hayvanlarla karşılaşması var ancak hayvanların nasıl ortaya çıktığı konusu pek kesin değil. Meleklerin evren çapında bir yaşamı yayma çalışması sonucu da mı ortaya çıkmışlardı, yoksa insanların dünyaya getirdikleri bitki yaşamının aradan geçen yüz milyonlarca yıl sonunda evrimleşmesi sonucunda mı belli değil. Fakat Atlantis'in ve insanlığın gerilemesinin sebebi olan korkunun hayvanlardan insanlara yayıldığı kesindir.

Aradan geçen zamanla sayısı yüz milyonlara ulaşan insanlığın ortak bilinci o kadar güçlenmişti ki, insanların rüyaları ortak bir düzlemde yaşanıyordu ve çok güçlü duygular kontrolsüzce gerçekliği etkiliyordu. Fakat bu duygular hiç bir zaman zararlı değildi. Ortak bir üst bilince sahip insanlar zaten tam bir birlik içinde yaşıyorlardı. Fakat hayvanların insanlara tanıştırdığı korku duygusu bir hastalık gibi yayılmış ve o güne kadar var olmayan kabusların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

İlk başlardan hayvanlardan korkan insanlar zamanla kendilerinden, sonra çok daha çeşitli şeylerden korkmaya başlamışlardır. Geceleri rüyalarında bilinçaltlarında ortaya çıkan korkunç yaratıklar birer rüya olmaktan çıkıp gerçek dünyada var olmaya başlamışlardır.

Zamanla sayıları baş edilmeyecek şekilde artan bu canavarlara karşı Aryan çözümü Atlantis'in etrafını bir duvarla çevirmekte ve şehrin içine saklanmakta bulmuştur. Fakat bu çözüm çok kısa sürmüştür çünkü insanların kabusları sona ermediğinden canavarların sayısı azalmak yerine artmış ve insanların yarattığı her engele karşılık, bu engelin geçileceği korkusu yüzünden bu engelleri aşan yeni canavarlar ortaya çıkmıştır. Örneğin, Atlantis etrafına örülen ilk duvarlar alçak ve zayıfken, iri canavarların bu duvarları yıkması daha büyük ve yüksek duvarların inşaa edilmesiyle çözülse de insanların daha büyük bir canavarın gelip o duvarı da yıkacağı korkusu bu tür yaratıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Sonunda çaresiz kalan insanlar ilk defa şiddete başvurmak zorunda kaldılar ve ilk savaşlarını bu kendi yarattıkları bu canavarlara karşı verdiler. Gerçeği etkileme yetenekleri her ne kadar gelişmiş ve güçlü olsa da bu sayısız yaratığa karşı pek bir etkileri yoktu. Çare olarak kendilerine en çok benzeyen hayvanlar olan maymunları (daha doğrusu maymunların atalarını) geliştirerek goril-insan arası bir ırk yarattılar.

Bu maymun-insanların kullanılması ile Aryan insanlar tüm dünyayı canavarlardan korkularından arındırdılar ve disütopik denebilecek bir toplum haline geldiler. Ancak bu kabuslarına tam olarak engel olmuyordu tabi.

İnsanlığın bu sorunları takip eden melekler, zamanla fiziksel ve zihinsel olarak günümüz insanı kadar evrimleşen maymun-insanlarla Aryanların birbirine karışmaya başladığını görünce duruma müdahale etme gereği duydular. Sonuçta Aryan, Tanrının yarattığı orijinalliğini kaybediyordu ve evrenin "bekçiliğini yapmak" görevleriydi.

Atlantis'e yollanan melekler dev birer insan görünümünde gelmişlerdi dünyaya. Grigori adlı bu melekler insanları "Tanrının yoluna" geri döndürmeye çalıştılar ancak kendilerini cennetten kovan melekler hakkında çok hoş anıları olmayan insanlık bu fikirlere pek sıcak bakmadı. Ancak Grigori ısrarcıydı ve insanlar arasında yaşamaya başladılar.

Grigori, meleklerin de hata yapabileceğinin kanıtı olmuştu Aryanlar için. Aryanlar ve maymun-insanlar arasındaki ilişkiyi sona erdirip Aryan'ı doğru yola çekmeyi amaçlayan Grigori aynı hatayı kendileri yaptılar ve Nephilim doğdu.

Cennet'in melekleri kendi aralarından çıkan Grigori'nin bile insanlar arasında günaha kapıldığını görünce yaptıkları tüm hataları silmek, Nephilim'i ve maymun-insanları yok edip Grigorileri de baştan çıkartan Aryanlara ders vermek için bir Tufan ile herşeyi yok etmekte buldular. Ancak hepimizin bildiği gibi bu pek de çözüm olmadı...

(devam edecek... bir daha ki bölümde: Babil'den Rönesans'a kadar yaşananlar)

Not: bu yazdıklarımın şu anda pek bir şey ifade etmediğini ve diğer çoğu benzer settingin de benzeri şekilde geliştiğini biliyorum. Bir sonraki yazıda olaylar anlam kazanmaya başlayacak. Bu arada setting'de mage: the awakening'den hiç bir alıntı yoktur. Alıntı varsa whitewolfdakiler benden yapmıştır alıntıyı :P

Hiç yorum yok: