08 Ekim 2006

Fotosentez (veya "1 ay boyunca ne yaptık" bölüm 2)

Interrail anılarına devam ediyorum. En son Paris'te kalmıştım.

Paris'te 3 gün geçirdikten sonra yine yola çıktık. Kaldığımız motel odası uzun bir süre boyunca gördüğümüz tek 4 duvar arası yer olmuştu.

Paris'ten güneye, Bordeaux'a doğru yol aldık. Sabaha karşı varıp sabahı geçirdiğimiz şehire gitmemizin sebebi şarap bulmaktı. Zaten şehirde görülecek pek başka birşeyde yoktu. Sabah erkenden çıkıp ispanyol mimarisiyle inşa edilmiş sokaklarını gezmek dışında pek birşey yapmadık. Ah ben Tarot kartları aldım burada. Fakat bu kartların hüzünlü bir sonu oldu, ona da geleceğim.

Bordeaux'tan akşam ayrılıp gece treniyle Madrid'e gittik. İspanya sınırındaki Irun'da aktarma ile yataklı trene geçtik ancak pek "yatak"tan saymıyorum bunu. İspanyada insanlar nasıl Türkiye'dekilere benziyorsa, trenlerde aynı şekilde benziyor. 7 kişilik bir aileyle 6 kişilik (aslında üst üste 3 yataktan oluşan çift ranza) ufak bir kompartmanda uyumak zorunda olunca pek tadını çıkartamıyorsunuz o yatağın.

Neyse Madrid. Otobüs garının yakınındaki eğri binalar, Prada müzesi ve CEHENNEM GİBİ SICAK olması dışında söylenecek pek birşey yok. İçecek su bulmak için epey uğraşmıştık. Aslında avrupada neredeyse heryerde içecek su bulmak için uğraştık ancak bu uğraş daha çok içilebilecek düzeyde su bulmak yönündeydi. Madrid'de ise su alacak yer yoktu. Diğer yerlerin su problemi avrupalıların iğrenç tadı olan maden suları içmeleri. Hangi suların bizim damak tadımıza uygun olduğunu anlamak için su şişelerin içeriklerini okumayı öğrendik o derece.

Neyse Madrid'de pek bir olay olmadı dediğim gibi. Prada da tablo incelemesi yaptık sadece. Birde önümüzdeki 2-3lük yol için biletleri toptan aldık ki bu gezi boyunca yaptığımız başlıca büyük hatalardan birisidir. Bu konuya az sonra değineceğim (hep bunu diyorum ama..).

Yine yataklı trenle Barcelonaya geçtik. Belli noktalarını (Camp Nou olsun, Sagrada Familia olsun..) gezdikten sonra muhteşem caddelerini arşınlamaya başladık. Şehrin ortasından (Catalunya meydanından sanırım) sahile kadar uzanan cadde tam panayır yeri gibiydi. "İnsanları" ise bambaşka güzeldi; anladınız sanırım.

Barcelona günün önemli olayı ise Barış'ın üzerinde taşıdığı ufak çantasını çaldırmasıydı. Nerede ve nasıl gittiğinden hala emin değiliz ama gitti. cep telefonu, kredi kartı, discmani de birlikte. Bozulan moraller akşamki tren yolculuğunda düzelse de (tüm gezi boyunca olur olmaz daldığımız felsefi tartışmalardan birisi ile), interrailde başa gelmesi gereken şeylerden birisini de yaşamış olduk en azından.

Barcelonadan uzaklaşarak Fransa sınırındaki Cerbere'ye vardık. Fransa'da bekleme yapmadan hızla İtalya'ya geçmeyi planlıyorduk hatta biletlerini Madrid'den ayırtmıştık dediğim gibi. Planımız Barcelona'dan aktarmalarla İtalya'da Genova'ya oradan da Milan'a gitmekti. Şu "Genova" adını aklınızda tutun. Madrid'deki İngilizce bilmeyen bilet gişesindeki görevlinin üstün anlayışını da bir kere daha "mutlulukla" anıyorum.

Neyse Cerbere'de geceledik fakat bizi Montpellier'e götürecek olan tren 40 dakika kadar rötar yaptı. Montpellier'den normalde vardıktan yarım saat sonra başka bir trenle "Genova"'ya gidecektik. Rötar yüzünden kaçırma ihtimalimiz yüksekti treni ama moralimizi bozmuyorduk. Ha ne oldu peki? Kaçırdık treni o oldu. Bir sonra trenin 24 saat sonra olması ise apayrı bir "mutluluk" kaynağı oldu bizim için.

Garın önündeki ufak park ve sakin sokaklarında gezerek zaman geçirdik. Yine de günlerdir koşturuyor olmamız sebebiyle bir anlamda dinlenme fırsatı oldu bizim için. Tabi o sırada biryerleri geziyor olabileceğimiz düşüncesi yüzünden tadını çıkartamadık bunun.

Ertesi gün tekrar trene atladık. Montpellier gibi bir sahil şehri olan Genovaya gitmek için bindiğimiz trenin neden kuzeye doğru yol alıyor olduğu uzun süre pek dikkatimizi çekmedi. Lyon'u geçip (ki Fransa'nın ortasında bir yerlerdedir burası) "Geneve"'e (yada Cenevre'de diyebiliriz :D) yol almaya başlayınca yanlış yolda olduğumuzu anladık. Evet.. Madrid, bilet satıcısı, yanlış anlaşılma.. Farkındayım.

Kısacası Cenevre'ye gittik. Vizemiz olmadan yani. Olayı fark edip "ee şimdi ne yapıyoruz" kısmına geçtikten sonra yine bir fikir ayrılığına geldik. Bazılarımız "madem geldik, bir şekilde gireriz, sabah olunca da kimseye çaktırmadan İtalya'ya kaçarız" diyor, bazılarımız ise (aslında tekil olmalı bu :P) "hayır hemen geri dönelim" diyordu. Bu tartışma tren garına vardığımızda sona ermediğinden, raylardan atlayıp kaçak girme opsiyonunu gözden geçirmeye başladık. Fakat yağmur falan yağıyordu, birazda garın içinden de geçebileceğimiz gibi yanlış bir fikre kapılmıştık.

Hızla geçiyorum; yakalandık, isimlerimiz ve pasaportlarımız alındı. Ancak kaçmak gibi bir amaç gütmediğimizi görünce adamlar (bunu kendilerine söyleyemedik çünkü muhteşem İsviçre polisi Almanca, Fransızca ve İtalyanca konuşabiliyor olmalarına rağmen İngilizceden çakmıyorlardı.. trajikomik bir durumdu bizim açımızdan) Fransa'ya giden en yakın trene bindirilip geri döndürüldük. Fransa'ya tekrar döndük yani.

Lyon'a vardık. Anlatacak çok bir şey yok ancak yardımsever bir genç bayan olan Lyon bilet satıcısı ile kurduğumuz diyalog sonucunda İtalya'ya gitmek yerine daha sonra gitmeyi planladığımız Viyana'ya gitmemizin daha akıllıca olduğunu gördük. Gece garın önünde yatarak artık alıştığımız işleri yaptık. Güneş battıktan sonra tamamen ölen Lyon'da yapılacak pek birşey yoktu zaten. Ufak bir alışveriş macerası dışında sakin bir gece oldu. Gece ufak tefek olaylar oldu tabi fakat anlatmadığım detaylar arasına sıkıştırıyorum bunları da.

Lyon'da çizdiğimiz rotaya göre ertesi gün Strasbourg'a gitmemiz gerekiyordu. O günün gecesi tek trenle Viyana'ya gidebilecektik. Lyon'da geceyi geçirdikten sonra sabah Strasbourg'a giden trene atladık. Öncedende belirttiğim gibi şehri ezberlemiştik ve İstanbul'a dönmüş kadar olmuştuk. Ayrılalı 2 hafta bile olmamasına rağmen sanki yıllar önce yaşadığım bir şehire geri dönüyormuşum gibi geldi.

Alışveriş ve çamaşırları yıkama gibi ihtiyaçlarımızı gidererek günü geçirdik. Fakat şu çamaşır yıkama işlemi sırasında ben çantamı boşaltma ve Bordeaux'ta aldığım tarot kartlarını bir makinanın üstüne koyma gafletinde bulundum. Yıkama işi bittikten sonra herşeyi geri koydum yada ben öyle düşündüm fakat ertesi gün Viyana'da çantaya baktığımda kartlar yoktu..

Strasbourg'a dönüşün tadını çıkartıp gece trene bindik. Garda beklerken 70lerinde bir teyzemizle tanıştık. Alpleri yürüyerek geçmeyi planlıyordu. 14 günlük bir yürüyüş dedi ve kendisi için pek sorun değil gibi gözüküyordu bu. Hayatımda yapamayacağım şeylerden birisi herhalde..

Trende 3 kişilik bir türk grupla yaşadığımız komik (çok komik.. ama bir o kadarda salakça) bir anımız var. Anlatması uzun sürer ancak yüksek sesle atılan laflar, kafalara düşen çantalar ve bağırarak ve tepinerek gülmemek için koltuk tekmelemeler içerdiğini söyleyebilirim. Hatırladıkça kahkahalar atıyorum hala.

Viyana'ya vardık sabah. 2 gün burada kalmayı planlıyorduk. Fakat vardığımızda yağmur yağıyordu. Ayrıca Paris'ten beri ilk defa hostelde, düzgün bir yatak ve odada kalacaktık. Bu sebepler yüzünden hostel yönüne kilitlendik ve tüm günü hostel ile çevresinde geçirdik. 10 gün sokaklar ve garlarda yattıktan sonra ilaç gibi geldi bugün.

Viyana'nın 2. gününde ise sağnak yağmur eşliğinde 4-5 saatlik bir şehir turu attık. Fakat yağmur gerçekten deriye işliyordu ve geziyi kısa ve öz tutmak zorunda kaldık. Tabi bu gara gidip güzel manzaralı bir noktada saatlerce kağıt oynamamız için bahane oldu.

Detayları atlıyorum ancak, şu gezi boyunca yanımızda iskambil kağıtları olmasa ne yapardık bilmiyorum. Gar ve hostel gecelerin eğlencesi oldu o kartlar. Hayatta oynamam diyen Enis/Calenmir bile oynamaya başladı bir yerden sonra. Bir kaç fotografla bunu örneklendireyim size..






Ee sanırım bu alakasız. Hoş bir Montpellier gecesi.



Ehm.. Bu daha da alakasız sanırım. Eheheheheh

5 yorum:

Aslı "TILSIM" Palabıyık dedi ki...

Ben sana tarot bakarım :p

fredi dedi ki...

bunu kendilerine söyleyemedik çünkü muhteşem İsviçre polisi Almanca, Fransızca ve İtalyanca konuşabiliyor olmalarına rağmen İngilizceden çakmıyorlardı...

dsadssahdsuaıdhaudıda

fredi dedi ki...

ha bu arada başlık seçimini takdir ettiğimi bilmeni isterim. bir de "doktor garipaşk veya: endişelenmeyi bırakıp bombayı sevmeyi nasıl öğrendim" vardır ki, candır...

Adsız dedi ki...

zor yau vallahi zor. düşündüm kendimi silvanın yerine koydum, bir daha çıkmak istemedim ama olmadı baktım yine burdayım. Bir de; artık tamamlandı mı bu gezi maratonu? Yoksa belli bi ara verdikten sonra devam mı yineden?

yorumamacli dedi ki...

Of amma karışık ya Allahım bi peri çıksa da bize de yol gösterse : )