07 Ekim 2006

Sneak Attack (veya Eiffel'e nasıl yürüyerek çıktık)

Blogla uzun süredir ilgilenemiyordum, sonunda gereken konsantrasyonu oluşturdum ve işte burdayım. 3 ay oldu neredeyse, eşşeklik bende tabi.

Neyse, neden update yapmadığımın hesabını verene kadar daha işe yarar konulara atlayayım. Örneğin önceki mesajımda bahsettiğim interrail davası..

Neresini anlatayım diye düşünmek istemiyorum, aklıma geleni yazacağım. Pek çok şeyi atlarım gibi geliyor ama işin özeti yeterli olacaktır herhalde. 1 aylık detaylı gezi raporu yazmak günlerimi alır herhalde.

Yola Hollanda'dan başladık önceden belirttiğim gibi. Çantalar sırtımızda, başka bir dünyada olmanın heyecanıyla her gördüğümüze atladık ama ilk gece yattığımız yer geri kalan 30 günde aklımızın başımızda olmasını sağladı. Şok gibiydi ilk gece, çantalarla gezmenin alışkın olmayan ayaklarımızı mahfetmesinin ardından yatmayı planladığımız garın kapanması ve sokakta kalmamız bize çok iyi ders oldu. Herhalde böyle birşey yaşamasak acemilik süremiz daha bir kaç gün devam ederdi.

Sonuç olarak ilk gece Amsterdam metrosu merdivenlerinde bizim gibi bir kaç kişiyle daha şık bir gece geçirdik. Ve bu deneyimin ardından "biz bu gece burada ölmedik ya, daha bize bir şey olmaz" mantığı kafamıza kazındı. Aptal cesareti gerçekten çok yararlıymış..

3. gün Berlin'in cehennemvari sıcağında, hala bütün gün yürüme temposuna alışamamış bedenlerimizle kendimizi 1 aylık yolculuğumuzdaki sayılı hostel duraklarımızdan birisine attık. Daha 3 gün olmasına rağmen banyo ve yatak diye ağlıyorduk resmen. Şimdi düşününce gülüyorum tabi ya. Neden güldüğümü daha sonra anlarsınız.

Düsseldorfa da uğradıktan sonra Luxembourga geçtik 5. gün. Düsseldorfta ördekli gölün önünde kahvaltı etmemiz Amsterdamda akşam üstleri gittiğimiz parktaki ördekleri hatırlatmadı değil tabi..

Luxembourg diyordum.. Nasıl anlatsam ki. Cennetin ufak bir köşesini kesip dünyaya yollamışlar sanki. Öğlen gibi varmıştık Luxembourga ve hemen yemeğe koştuk. MC Donalds en uygun seçenekti, çünkü başka seçenek yoktu (evet..). Ancak MC Donaldstaki kasiyer kız efsanesi de bu dakikalarda doğdu. Amsterdam'da koşullar iyiydi ancak bu ayrı bir şeydi. Cennetten parça yollarlarken içinde melek unutmuşlar herhalde.

Şehrin merkezi olan kaleiçi kısmına gittik. Yorum yapmıyorum bile. Meydanların birisinde oturup milleti incelerken (incelemek evet, hemen saçma sapan yerlere çekmeyin :P) tanıştığımız 70lerindeki, dünyanın her noktasını gezmiş amcamız bambaşka bir varlıktı herhalde. Yaşlandığımda öyle olayım yani..

Birde Luxembourg gecesi var elbette. O ana kadar ki tecrübelerimiz ışığında garlarda geceleri yatmanın pek yasal olmadığını keşfetmiştik ancak Luxembourg farklı bir yerdi şimdi. Bu kadar mükemmel olan bir yerde garda yatmamıza izin verirlerdi belki? Denedik. Gar müdürüyle 5 dakikalık bir konuşma yapmamın ardından izni kaptık. Hatta öyle ki gece bir ara yanımıza geldi gar müdürü ve ışıkları kapatacaklarını ancak biz istersek bizim bulunduğumuz yerin ışıklarını açık bırakabileceklerini söyledi. Hmm bir günde iki melek.

Ertesi gün pek tatmin edici olmayan bir Brüksel gezisi yaptık (waffle kısmını hariç tutuyorum işin. aman tanrım.). Erkenden Brükselden kaçtıktan sonra önümüzdeki 2,5 günü geçireceğimiz Strasbourga vardık. Luxembourg 1'se Strasbourg 2'dir. Bir gece sokakta 2 gece hostelde kalarak en uzun süre gezindiğimiz yerlerden birisidir Strasbourg. Birde geri dönüşümüz vardır, Reloaded misali. O konuya daha sonra gelicem.

Strasbourg'un neredeyse heryerine girdik çıktık. Zaten ufacık şehir (yani en azından benim standartlarıma göre), her yerini yürüyerek gezdiğimizden ve o ana kadar yaptığımızın aksine feci şekilde yaydığımızdan gözümde apayrı bir yerde. Sokak sokak ezberledim diyebilirim. Parklarında uyuyup, hostelinde tepinip, laundrylerinde eşya yıkayıp, sokaklarını arşınladığımız Strasbourgdan zorda olsa ayrıldık. Aslında pek zor değildi çünkü Paris'ti sonraki durak.. çok koymadı yani.

Veeeeeee Paris. Yazının başında söylemiştim her detayı anlatmak istemiyorum diye. Şimdi Paris'te anlatılacak o kadar çok şey vardı ki.. Kaldığımız hostel/motel'in sahibinin türk çıkması mı olsun, 2. gün yağmur altında koşturmamız ve sırılsıklam olmamız mı.. Champ Elysses'in ortasından Arc de Triumph'ın ardından batan güneşi fotograflamamız mı yada tüm Parisi bir uçtan bir uca yürüyerek geçmemiz mi. Louvre'un aklı baştan alacak görkemini anlatmaya kalksam gerçekten parmaklarım kopar yazmaktan. Bunları hayal gücünüze bırakıyorum.

Bunlar yerine tüm Paris'te sadece tek bir şeyi anlatmayı seçiyorum: Eiffel'e ilk tırmanışımız (2 kere çıktık evet. ama ikincisinde asansör kullanacak kadar aklımız başımızdaydı).

Paris'teki ilk gecemizde "vay beaaaağğ" diye etrafa baka baka yürürken (Champ Elysses'ten aşağı..) gece bastırdı. Ama keyfimiz yerindeydi devam ettik. Seine kıyısına vardığımızda uzakta Eiffel'i gördük. saat 10 olmuştu ve Eiffel'in ışıklarını yakmışlardı. tahmin edebileceğiniz gibi ışığa uçan sinekler gibi o yöne doğru koşturmaya başladık. Vardığımızda aklımızda sadece yukarı çıkmak vardı. Ancak asansörler kapanmıştı o saatte.. Etrafımıza baktık, merdivenler hala açıktı. Eh yorgunda değildik o kadar, ne kadar zor veya yüksek olabilirdi ki?

Eiffel'in 1. katına 45 dakikalık merdiven tırmanışı sonunda ulaştık. Bacaklarımız kopmak üzereydi. Paristeki diğer 2 günümüz boyunca bu bacak ağrısı geçmedi. Ama pişman mıyız? Eheh.. elbette hayır. 23'te vardığımız Eiffel'den saat 01:30 gibi ayrıldık. Güya ertesi gün erken kalkacaktık ve Louvre'a gidecektik (ki gittik). Eiffel'den Bastille'e oldukça rahat gitmiş ve bacak ağrımızın yakında geçeceğini düşünüyorduk ancak asıl ağrı hostel/motel'de kendimizi yatağa bıraktıktan sonra başladı. Ancak söylediğim gibi, Eiffel'e o gece tırmanmak bu gezinin dönüm noktalarından birisiydi bence. Gerçekten Avrupada olduğumuzu orada hissettik. Amerikaya gidince Özgürlük Heykelini görmeden vardığını kavrayamamak gibi birşey.

Anlatacaklarım bu kadar değil tabii. Daha gezinin 10. günüydü bunlar olduğunda. Devamını başka bir mesajda okursunuz. Şimdilik Eiffel gecesinden bir kaç fotoyla yetinin.

2 yorum:

Aslı "TILSIM" Palabıyık dedi ki...

(2 kere çıktık evet. ama ikincisinde asansör kullanacak kadar aklımız başımızdaydı)

Koptum :D

Ve ben sana tembihlemedim mi oraya parayla git ve bir sürü ıvır zıvıra yüklen diye. Parasız girersen Dvd Shore'a olacağı bu.. Merak etme, aynı acıyı ben de yaşadım eheh.

Silvalinionisis dedi ki...

sona sakladık alışveriş işini. Atinada kalan tüm parayı saçar, shopping spree yaparız dedik. tahmin ettiğim kadar olmasa da ufak çaplı bir akın yaptık dvd storelara, dükkanlara falan.

neyse daha devamını yazmadım gezinin :P