24 Haziran 2006

2+2=22

Saat 14:20

Bu sefer aklımda ne varsa yazmayı planlıyorum, eğer uzun gözükürse yazı bilin ki bundandır.

...

Öğrenmek nasıl gerçekleşir? Bilgiyi içselleştirerek, "öğrenerek". Ezberleyerek değil. Ezberleme işini hayatım boyunca becerememişimdir. İlkokulda zorla şiir okuturlardı, din derslerinde dua ezberlettirirlerdi ancak ben iki kelimeyi bile yanyana koyacak kadar ezberleyemezdim. Şimdi denesem yine ezberleyemem eminim. Bir konuyu öğrenmek için önce onu benimsemem, konuyla empatik bir bağ kurmam gerekti hep. Bu yüzden öyle muhteşem notlar alamadım derslerimde, ezber derslerini hiç beceremedim.

Öğrenim hayatımda da şuraya kadar gelebilmemi sağlayan tek şey fotografik hafızamın olmasıdır herhalde. Bir şiir satırı bile ezberleyemeyen ben, bir iki kez okumuş olduğum kitapları ezberebilirim, DnD kural tablolarını gözüm kapalı yazarım. Bunun ezberle alakası yok bence.

Benim bu durumumun aksine birde çok güzel ezber yapabilen insanlar gördüm çevremde. Dersleri ezberleyip sınava girip derece yapan ancak sınavdan bir hafta sonra tek kelimesini bile hatırlayamayanlar. Ben geçer not alıp o konuları azda olsa yıllarca hatırlama lüksüne sahiptim ve bu durumdan zerre kadar şikayetçi de değilim. Heh bu olay pek de seçeneğe bağlı değildi ya..

Burada amacım öğretim sistemi falan filan değil, bu konular gerçekten anlamsız geliyor artık. Ben işin kişisel boyutuyla ilgileniyorum. İnsanların notlarla, sınavlarla hatta onu geçtim okullarıyla olan sorunları gerçekten çok gereksiz gözüküyor. "Önemli olan o okulda öğrenilenler, bu öğrendiklerin gelecekte iş bulurken gerekli olacaklar" diyor herkes ama benim kast ettiğimde bu değil.. yada tam olarak değil.

Bilgi, bir insanın sonsuza kadar (yada unutana kadar) sahip olacağı en önemli varlığıdır bence. İnsan hayatının temeli bilgidir ve geriye kalan herşey, HERŞEY, ikinci önem taşır. İnsan bildiği kadar değerli, bildiği kadar bilge, bildiği kadar insandır. Her ufak bilgi kırıntısı değer teşkil eder ve bilgisizler yada öğrenmeye karşı olanlar benim gözümde her zaman daha düşük bir seviyededir.

Elbette bu noktada bir ikilem var. "Ne yapalım bu adamları yakalım mı hepsini?" Hayır yakmak yerine bilgisizlerle bilgi paylaşılabilir. İnsanın bilgisiz olması, bazı şeyleri öğrenme fırsatına hiç sahip olmamış olması onu suçlu yapmaz. Ancak öğrenmeye karşı, dar görüşlüler ayrı bir dava. Bu kafa yapısına sahip insanları camdan dışarı bakınca görüyoruz zaten. İstediğiniz sıfatı yakıştırın ancak ben bu kişileri adam yerine bile koymuyorum. Eğer bir insanın insan yapan öğeye aykırı davranmayı seçmişlerse insan sıfatını da hak etmiyorlar demektir gözümde.

Nefret kusmuş gibi oldum biraz ama, hoş görün. Şu dünyada nefret ettiğim tek insan grubu dar kafalı ve bağnaz insanlar. Bu dediklerimden sakın din konusuna falan atıfta bulunduğumu sanmayın. Dar görüşlülük ve bağnazlık yer ve konu tanımıyor malesef. Çok modern olduğunu iddia edip de, başkalarını bilim karşıtı görerek ve kendi düşüncelerini üstün sayarak kendi bağnazlığının farkında olmayanlar var. Din olsun, bilim olsun, politika olsun.. her konu için geçerli. Bunları söyleyen ben de bir bakıma bağnazım belki.. İşin aslı, hiç kimse doğru olduğuna inandığı fikirlerin aksine kolayca ısınmaz. Olay o nokta da empati kurmakta biter.

Birde empati konusu var evet. Bin tane sebep sayılabilir ama insanlar bariz bir şekilde empatilerini kaybetmeye başladılar.. veya ben yanılıyorum, hiç bir zaman empati yoktu o kadar.
Neyse bu empati muhabbetine girmesek de olur. Daha genel birşeyler yazmayı planlıyordum ben.

Hayat evet. Dediğim gibi bir insanı insan yapan şey ne kadar bildiğidir bence. Fiziksel gelişmelerin ve başarıların anlamsızlığına inanırım. Zaman bedeni hızla yok ederken, zihin daha uzun süre dayanır ve ruh bunların ötesinde ölümsüzdür. Ruhun gelişiminin temeli ise ahlaki olaylar olamaz bence. Çünkü ahlak tek ve kesin değildir. Hiç birşey kesin değildir zaten. Eğer ruhun değeri iyi ve kötü ile ölçülecekse bile iyi ve kötü kavramları değişkendir herşeyin ötesinde. İnsanların doğru olduğuna inandıkları şeyi yapmaları tüme bakıldığından oldukça saçmadır çünkü bir insanın doğrusu diğer 10 insanın yanlışı olmaktadır genellikle.

İyi ve kötü, doğru ve yanlış da geçerli bir kıstas değilse nedir peki olay? Bilgi ise doğru ve yanlış olarak yargılanmadığı sürece insanın gerçekten sahip olacağı tek şeydir. Dediğim gibi hiç birşey kesin değildir ve doğrular değişir. Bundan 500 yıl önce doğru kabul edilen bilgiler bugün çocukça geliyor herkese. Önemli olan bilginin geçerliliği değil, "bilmek" yetisine sahip olmaktır. Tarihte yer etmiş her insanın ortak noktası bilgileridir. Hiç bir tarihi figür kollarındaki kaslar ya da ahlaki meziyetleri ile ortak bir noktada buluşturulamaz. Şu ana kadar öğrendiğiniz tarih bilgilerinizle bildiğiniz her karakteri düşünün, o zaman daha iyi anlayacaksınız.

Şimdii.. Bilgi konusunu bir kenara bırakalım, buna paralel bir konu daha var: Eylem.

Mantık çerçevesinde baktığımızda her bilgi kullanılmak içindir ve kullanılmazsa aslında değersizdir değil mi? Aslında değil. Bu, bilgiyi ne için elde ettiğinize bağlı. Yada daha başka bir açıdan bakarsak, bilgi kullanıldığında ne olacağına..

Eğer hayatın anlamını bulmuş olsanız herkese söyler miydiniz? Heh tabi bu hayatın anlamının niteliğine bağlı bir durum aslında. Bence o anlam her insana göre farklılık gösterir ama daha iyi bir örnek çıkaramadım şu an.

Başka bir örnek bulayım.. Politik açıdan bakalım mesela daha kolay olur. Komünistler örneğin, ütopik bir amaç peşinde (ki elbette komünistler buna ütopik demiyorlar..) çalışarak bir yerlere varmaya çalışıyorlar. İnsanların birlik halinde ve mutlak eşitlikte yaşayabileceğine inanıyorlar. Bu örnek üzerine konuşacak olursak öncelikle mutlak eşitlik diye bir olay yoktur, olamazda. Tüm insanları makineleştirseniz bile olmaz öyle bir olay. Koşulları eşitlemekte mümkün değil yada benim hayal gücüm ve insan doğasını anlayışım toptan yanlış. Bunu iddia edenlerde çıkacaktır tabii mümkün.

Neyse benim amacım komünizmi yada herhangi bir ideolojiyi eleştirmek değil. Benim takıldığım kısım pratik sonucu olmayan işler için zaman ve kaynak harcanması. İnsan oğlunun geleceği için insanın kendi hayatını harcaması bana inanılmaz derecede gereksiz ve anlamsız gözüküyor bilmiyorum. Bu dediklerim "sallayın ya geleceği, sonraki nesiller ölsün gebersin" demek değil, sadece herkes kendi zaman dilimini yaşamalı ve bir fark yaratacaksa yarında değil bugünde yapmalı bunu. Tabi herkes kendi hayatını nasıl harcayacağına kendisi karar verir (farklı gözüküyor olsa da).

İnsanların her zaman seçim hakları vardır kendi hayatları üzerinde. Durumları ne olursa olsun, ne tür koşullarda olurlarsa olsunlar, en büyük ve çoğunlukla tek engelleri kendileridir. Günümüz dünyasında standart bir insanın en büyük sorunu gelecek endişesidir. Hatta bir açıdan bakarsak başka da bir endişesi yoktur. Ama o kadar detaylı anlamlandırmaya gerek yok, sadece klasik yaşam zincirine baksak yeterli. doğ - çocuk ol - okula git - işe gir - yaşlan - öl. Dünya nüfusunun büyük yüzdesi sadece bu eksende yaşıyor ve her adımda bir sonraki adıma geçmek için çabalıyor. Toplamda baktığımızda ölmek için yani. Ölmeden önce hayatta kalmak için çalışmak ve para kazanmak kısmı da mevcut. Ama olay bu mudur yani? Hayatın anlamı bu mudur? yaşlanıp ölene kadar hayatını bir şekilde sürdür, arada üre ve yeni nesiller yarat, en sonunda da öl. Eğer geleceğe yatırım yapıp takip edecek nesillerin hayatları için bir şey yapmaksa olay, hiç merak etmeyin onlarda gelecek nesiller için çalışacak ve kendi yaşamlarını yaşayamadan ölecekler. Saçma sapan bir döngü kısacası.


Nasıl yaşamamız lazım o zaman sorusunu cevaplamayı düşünmüyorum, çünkü benim vereceğim cevap benim için olacaktır.

Hayattaki amaç hayattayken yaptıklarının başkaları tarafından hatırlanması ise kendi varlığını başkalarının varlığına endekslemiş olur. Kendini insanlık arasında belli bir noktaya getirmeye çalışan, insanların gözünde bir idol olup tarihe geçmeye çalışan insanlar kendilerince büyük bir şey başardıklarını düşünseler de tüm başarıları, milyarlarca yıllık evrenin tarihinde bir nokta gibi kalan insanlık tarihinde başka bir ufak çizik olmaktan ibaret olacaktır.

Burada da gördüğümüz gibi insan ırkı olarak kendimizi bir bok sanmakla ünlüyüz. İnsanların gözünde bir yere gelmek veya insanlığı mutlu yarınlara taşımak koca evrenin pekte umrunda değil. Dünyayı kurtarmak gibi hedefler milyonlarca yaşındaki bir gezegen üzerinde çokta önemli gözükmüyor kısacası. Klasik bir laf vardır hani, "insanlardan öncede dünyada hayat vardı, insanlar gittikten sonra da olacak". Bütün olay bundan ibaret.

Özetlersem..

  1. Hayat geleceği kurtarmakla harcanacaksa anlamsızlaşır. Gelecek için birşey yapılmak isteniyorsa koşulları daha kötüye götürmemek yeterli.
  2. Elde edilecek tüm başarılar, kazanılan tüm paralar öldüğünüz dakika "sizin" için anlamını yitirecekler. Yatırımınızı yanınızda götürebileceklerinize yapın.
Eveeeet işin düşünsel kısmını geçersek birde şahsımın pratikte ne yaptığına gelelim. Tamam yukarıdakiler de kişisel düşüncemdi ama herkesin düşündükleriyle yaptıkları tam uyuşmaz bilirsiniz.

Şu ana kadar ne yazıyordum bilmiyorum ama ne mal olduğumu beyan etsem daha iyi anlaşılır sanırım. Düşündüklerimden değil yaptıklarımdan bahsetmek madde madde açıklama yapmaktan iyidir.

İnsanları umursamayan, hatta daha gayet genel olarak umursamaz bir insanım. Bu umursamazlık daha çok topluluklara karşı, yoksa belli bir çaptaki kişilere karşı bu kadar ciddi değil. Bu umursamazlık konusu biraz daha karışık aslında.. Son yıllarda insanların ötesinde olaylara da duyarsızlaşmaya başladım. Hani tv reklamlarında "siz" diye hitap edilir ya, ben hiç bir zaman o "siz"i üzerime alınmamışımdır öyle diyeyim.

Etrafta olan olayları objektif olarak yorumlamak için kendimi soyutlamaya ve daha mantıklı bir bakış açısına sahip olmak için uğraştım zamanında. Bu şekilde hem kendi davranışlarımı görebilecek, hem de olayların başkalarının gözünden nasıl görüneceğini anlayacaktım. Ha başardımda.. Gerektiğinde sorunları dışarıdan bakarak pek çok sorunu çözdüm kendimce. Ama bu iş bir yerden sonra alışkanlık haline gelmeye başladı ve sanki tüm hayatımı film izliyormuşum gibi algılamaya başladım. önceden de sahip olduğum sorumluluktan kaçma duygusuyla birleşince bu çok şık sonuçlar ortaya çıktı, multi kill oldu, killing spree oldu.

Bu durumunun farkına varınca yeni bir revizyona gittim. Olayları kontrol etmeyince nasıl kendi kendiliğine geliştiğini gördüm etrafımdaki. Bu yüzden de kaderci düşünmeye başladım ve bu kadercilikte diplerde bir yere yerleşti. Şikayetçi miyim? hayır.

Bir de şu meşhur bencillik olayım var. Bir kaç kere tepkide gördüm bu yüzden. Neden kabullenmiyorsunuz anlamadım, her insan bencildir millet. kim olduğunuzu inkar etmeyin, gerçekte ne istediğinizi inkar etmeyin. Başkalarına yalan söylemek kolaydır ama insanın kendisine yalan söylemesi tamamen saçmalık. Sahip olmadığınız erdemlere sahipmişsiniz gibi rol yapmak yerine kendinizle barışık olup başkalarının olmanızı istediği kişi yerine kendiniz olun. Elbette bu hareketinde yan etkileri olacaktır.. Ama gerçekte olmayan bir kişiliğine sahip olmaktansa, başkaların etkisinde kalıp hep bir başka insan olma hayaliyle yaşamaktansa içinizde ne varsa o olun. Başkalarının olmanızı istediği kadar iyi değilsiniz belki içinizde ama o sizsiniz ve düşündüğünüz kadar da kötü değilsiniz.

Saat 19:09

5 saat geçmiş. Yazı oldukça karmaşık gözüküyor.. Bunun sebebi arada bambaşka işlerle de uğraşmamdır mutlaka. hatalı yerler editlerle düzeltilecektir, "neden değişti la buralar?" demeyin sonra bana.

Bunları okuyup laf sokmak, nefret kusmak veya omuzlara almak (eheh bunu hiç sanmıyorum ^^) isteyen olursa gidip comment düzebilir.

28 yorum:

Bir Garip Vampir dedi ki...

Bu yazının temel noktalarından biri, bilmenin bilmek arzusundan başka bir öncele sahip olmamasıdır diyebiliriz galiba. Bilme hazzı bilmenin tek gerçek gerekçesidir, bu bilginin kişi için pragmatik bir önemi olup olmaması önemli değildir. Fakat galiba burada edinilen bilginin işlevinin tuttuğu kapsam önemli bir yer teşkil ediyor. Silva paylaşımının çok da önemli olmadığını düşünüyor. Fakat ben bunun insanın sık sık kendisini yalanlamak pahasına sahip çıktığı bencilce bir düşünce olduğunu düşünmeden edemiyorum sık sık. İnsanın uzun süre iletişim kurmadan varolmasını mümkün görmüyorum öncelikle. Şu an Internet üzerindeki varlığımız bile yaygın asosyal kavrayışa rağmen bir sosyallik içeriyor, örneğin Silva bu iletişim ortamında bu yazıyı yazarak kendi bilgisini paylaşma amacı güdüyor. Yani ne derse desin bilgisinin başkaları üzerinde bir işlevi olmasını bekliyor. Ya da bilgisinin sorgulanmasını umuyor ki aslında bu da bilginin paylaşımının gerekli oluşunun göstergesidir. Başka bir açıdan bilginin paylaşılmamasının da, kişisel tatmini dışında toplumsal anlamda hiçbir değeri yoktur. Aksine paylaşılan bilginin kişisel tatmini arttırdığı açıktır. Einstein'ın izafiyet teorisini hiç paylaşmadığını düşünelim. Şüphesiz Einstein bu bilgiyi edinirken kişisel tatmini önceliyordur ve bu tatminin ötesinde bir paylaşıma girmesinin çok da önemli olmadığı söylenebilir. Hani kendine saklasa de olur diyebiliriz. Ama işin aslı öyle değildir işte, ister istemez bu bilgiyi paylaşırsınız. Bunun hiç azımsanmayacak bir insanî ihtiyaç olduğunu söylemek gerek. Aslında daha yazacaklarım var ama şu an Formula 1 yarışları başladı ve bırakmam gerek.

Silvalinionisis dedi ki...

Bilgi eğer gerek duyuluyorsa paylaşılmalıdır. Ancak bilginin elde edilmesi için illa da bir ihtiyacın ortaya çıkmasına gerek yok.

Bilginin elde edilipte gerektiği zaman kullanılmaması hata olur. Bilgiyi kendine saklamakta büyük bir başarı değil. Ancak iki durum var burada. Birincisi insan tüm bildiklerini her önüne gelene anlatırsa o bilginin değeri kalmaz. Bu paylaşım sadece öğrenmek isteyenlerle yapılmalıdır bence.

ikinci ve daha önemlisi, bilgi bir başkasından hazıra konar gibi öğrenilmemeli. Çaba gösterilmeden "öğrenilen" bir şey hem kolayca unutulur hemde yeterince insanda yer etmez bence. İnsan elindeki kaynaklarla birşeyi kendisi çalışıp öğrenirse konuyu daha içten anlar. Tabi bunun için öğrenme isteği ve konuya ilgi gibi şeyler gerekir ancak okullarımızdaki "hayatta bir gün işimize yarayacak bilgiler" başlığı altında öğretilen bilgi yığını insanların öğrenme isteğini yok etme yönünde iyi iş yapıyor.

ayrıca blog bi yere gitmiyor zaten istediğin gibi yaz yani :D

Bir Garip Vampir dedi ki...

Bilginin edinilmesinin bir ihtiyaç mesele olmadığı konusunda haklısın. Çoğunlukla toplum tarafından bilgi bir işe yarayacak ve yaramayacak olanlar gibi pragmatik ayrımlara tabi tutuluyor ki bu çok sorunlu bir durumdur.

Fakat paylaşma noktasına dönersek, öğrenme isteği ya da isteksizliği kalıcı bir şey değildir. Bir kişinin öğrenme isteği duymaması ilelebet duymayacağı anlamına gelmez. Bu durumda bilginin sadece öğrenme, bilme arzusu duyan insanlarla paylaşılmasının gerekliliği düşüncesi tökezlemiyor mu acaba? Sanıyorum bizim paylaşımımız aynı zamanda bilmeye dair bir arzu oluşturmaktan tamamen yalıtılmış olamaz, ya da olmamalıdır. Biz kendimizde olan bilgiyi öyle bir sunmalıyız ki, bu bilme arzusu duymayanlarda bile bilmeye dair bir arzu oluşturabilmelidir.

Bu yazıda başka bir itirazım da şu: diyorsun ki "İnsanların doğru olduğuna inandıkları şeyi yapmaları tüme bakıldığından oldukça saçmadır." Gerekçe olarak da doğru ve yanlışın öznel olduğunu gösteriyorsun. Lakin bu gerekçenin yeterince sağlam olmadığını söylemem gerek. Aksine kişi doğrusunun subjektif bir niteliği olduğunu bile bile doğru bildiğini ya da inandığını yapar ve bakıldığında bu olabilecek en anlamlı tavırdır.

Yine ruhun gelişimin temeli ahlaki değildir diyorsun. Bu tabii çok tartışmalı bir düşünce. Evet özellikle doğunun öğretisinde kişinin ruhsal gelişimini kişinin kendisini "bilmesi" ile ölçülür. Fakat burada ahlağın bilgiden bağımsız olmadığını da söyleyebiliriz. Yani örneğin gıybet etmeyiniz diyen ahlaki öğreti, böyle dışarıdan sunulmasa bile değerli bir kişisel çaba ile kendiliğinden bilinebilir, kişisel bir standart haline getirilebilirdir. Şüphesiz hiç evrensel ahlaki standartlar olmadığını söylemek o kadar kolay değil. Fakat ahlağın sık sık yüksek bir değişkenliği ve esneme oranı olduğunu düşünebiliriz. Bu yüzden toplumdan topluma, insandan insana değişken bir ahlak anlayışı ortaya çıkar ya da ahlaki standartlara biçilen değer değişebilir. Fakat yine üsteki noktaya dönersek kişinin ahlaki gelişimi ruhsal gelişimin çok önemli bir parçasıdır. Kişinin tutarlı ve sağlam ahlaki standartlar oluşturması(ki bunların öznel olması doğaldır) sahip olduğu bilginin kullanımı belirleyecektir, dengeleyecektir. Kişi dünyayı ahlaki standartlarıyla sorgulayacaktır.

Ayrıca yazın çok uzun, açıkcası yavaş yavaş okuyup tamamen özümsemiş değilim, belki başka ele almamız gereken noktaları da vardır ama Dünya Kupası maçını seyretme isteğim ve öncesinde yemek yeme isteğimi karşılamamın gerekliliği nedeniyle ayrılmak zorundayım. Umarım döndüğümde blogun hâlâ buralardadır.

fredi dedi ki...

Herşeyden evvel iki artı iki yirmiiki etmez arkadaşım. Evet ÖSS'den yeni çıktım :|.

Konu hakkında birşey söylemek zorunda değilim, forum değil, sözlük değil fakat söyleyeyim, bilgi edinmek, bilgi üretmek tamamen kişisel tatmindir. Kişi başkasını bilgilendirdiğini düşünerek bir haz duyuyorsa -en masumu bile- bilinçaltında kişisel tatmin amacı gütmektedir.

Calenmir dedi ki...

Baştan itibaren değinip öyle gideyim hakkında konuşmak istediğim konularda.

Ezberleme olayı insanlığın başına gelmiş en aptalca, en odunca şeylerden biri herhalde(şey evet ne diyim bilemedim)Sadece bu ülkede değil dünyanın herhangi biryerinde ters giden birşeylerin altından çıkabilicek bityeniğidir herhalde ezbere gitmek. Bunun insanın eğitim hayatına yansımaları apayrı bir olay zaten. Herşeyi ezberleyip sınavlarını geçen onca arkadaşım bu sene mezun olup giderlerken ben sanırım 2. kez okulumu uzatıyorum. Sırf bu şekilde düşündüğümde dahi okulu uzatmak konusunda hiçbir pişmanlık duymuyorum. Ancak şu lanet okulda geçirdiğim her saniye işkence gibi geldiği için çokta içim rahat değil bu konuda. Yani düşünün aynı dersten kaldığınız arkadaşlarınızla ders çalışıyorsunuz siz defterden çalışıp bütün çözülmüş soruları çözerek sınava gidiyorsunuz. Diğer arkadaşınız geçen seneki sınav sorularını ezberlemiş ve sınava girmiş. Bilin bakalım ne oluyor? Sınav sorularının yarısı aynı! Siz zorlandığınız için kalıyorsunuz, arkadaşınız ezberlediği için dersi ortalama yaparak geçiyor. Ne kadar güzel ne kadar güzel. Neyse esas konu bu değil bende bu konuda daha fazla konuşmiyim zaten.

İnsanlığın gerçekten amacı bilgidir, bilgiyi öğrenmek, başkalarına aktarmaktır. Şimdi burdan başka bir yere geçiceğim için böyle aptalca yazıyorum sabret biraz. Bilgiyi edinmenin en önemli yollarından biride dış kaynakların yanında kişinin kendi yaşam tecrübesidir(Burada çok büyük bir gerçeği açıklayıp aydınlattım herkesi tebrik edebilirsin beni)(Yine parantez, burada kişiyi tek başına düşünmeyip insanlık olarak da görebilirsin tekil manada kullanmıyorum). Bu nedenle insanlığın yaşadığı olaylara bakaraktan ders çıkarması ve bunları tekrar etmemesi üstüne giden bir yaşamsal süreç içerisinde şu anki toplum yapısına, olaylara bakaraktan “Lan noluyoruz?” demesiyle senin eleştirdiğin devrimci bakış açısına varıyoruz. Burada senden farklı olarak komünist yerine devrimci dedim, çünkü olay sadece şu anki şartlara karşı konulması değil. İnsanlık tarihi seninde bildiğin üzere sürekli bir şeylere karşı mücadele ederek ilerlemiştir. Bu karşı konulma sayesinde bugün bu şartlarda yaşıyoruz zaten. Yani devrimcilik dediğimiz olay eğer öncesinden herhangi bir çıktısı olmayan yeni keşfedilmiş bir şey olsaydı evet sana katılabilirdim. Eğer şu anda feodal beylerin altında yaşamıyorsak buda insanlığın devrimlere olan ihtiyacının ve bunu başarabilme yetisinin ürünüdür. Kaldı ki insanın sürekli bir öğrenme durumu içerisinde olması gerektiğini söylemene rağmen, yaşamsal anlamda hiçbir devrim yapmadan, yeni şeyleri tecrübe etmeden yaşaması gerektiğini, yani şu düzenden memnun olmasa bile kırıp bacağını oturması gerektiğini çünkü başka alternatifin olmadığından bahsediyorsun. İnsanlığın sözde kısıtlarına takılıp kalınsaydı eğer; insanlar din adamlarının sözlerinden çıkmadan aptallar gibi hala dünyanın düz olduğunu düşünerek yaşarlardı bence. İnsan hem fizyolojik olarak hem de düşünsel olarak kesinlikle sonlu bir varlık değil. Sonu olmayan karanlık bir mağarada elimizde bir meşaleyle görebileceğimiz kadar ileriyi görerek ileriye ilerlemek zorundayız. Elbette yorulabiliriz oturup dinleneceğiz ama bu her şeyden vazgeçip olduğumuz yere oturup kalarak, ilerideki karanlığı dağıtıp ötesinde ne olduğunu öğrenmeme durumu yaratmamalı. Sen kendin söyledin insan sürekli öğrenmeli ve sürekli o karanlığı dağıtacak şekilde ileriye yürümeli çünkü karşımıza ne çıkacağını bilmiyoruz. Devrimciliği de bu aydınlatma olayından farklı göremeyiz. Sen benden daha iyi biliyorsun ki(okulunu okuyorsun yani) bilgiyi sadece fizikle matematikle biyolojiyle sınırlandıramayız. Politik olarak da bir ilerleme içerisinde olmalıyız. Sonuçta yine sende çok iyi biliyorsun ki Komünizm de insanlığın mutlak varması gereken nokta değil. Oda yıkılacak ve şu an ki aklımızın belki de anlayamayacağı yeni yerlere ilerlenecek.

Bilgiyi bilerek ve isteyerek edinmemek evet akıllara zarar bir durum. Sende söylemişsin evet bilginin ulaşamadığı insanların varlığı kişilerin kendi değil yaşanılan düzenin bir suçu. Nede olsa para tarafından yönetiliyoruz. Ama daha derin düşündüğün zaman insanların bilgi istememeye itilmesinin nedeni de yine dönüp dolaşıp bu düzene geliyor. Ekranlarda saçma sapan programların yayınlandığı ve yoksul kesimin en ucuz eğlence şekli olması nedeniyle televizyonlara mahkum edildiği bir dönemde böyle içi boş şeyleri izleyerek yeni bilgiler öğrenip yeni ufuklara yelken açmasını bekleyemeyiz. Herkese “Ben izlemiyorum o aptal programları! Kapasınlar onlarda izlemesinler” da diyemezsin. Hem yetişme koşulların yüzünden edindiğin zevklerden ötürü hem de eğlence şekli konusunda elinde bulunan alternatif bolluğu içerisinde bir seçim yapma şansına sahip olduğun için bu tip programları izleyip izlememek senin seçimin olabiliyor ama bu herkes için geçerli değil tabi ki. Tutup ta herhangi bir insana LOST izlettirip ardından beğenmesini ve bizim kadar zevk almasını bekleyemeyiz nede olsa. Birde belirtiyim burada sen böyle düşünüyorsun diye yazmadım bu son paragrafı, genel yanlış kanı insanlarda bu yönde olduğu için böyle yazdım.

Şimdi geriye dönüş gibi mi olacak bilmiyorum da blog u hafiften gözden geçirerek ilginç bulduğum yerlere yorum yaptığım için şu cümlene değineceğim “İnsanların her zaman seçim hakları vardır kendi hayatları üzerinde. Durumları ne olursa olsun, ne tür koşullarda olurlarsa olsunlar, en büyük ve çoğunlukla tek engelleri kendileridir.” Bence tamamen yanlış bir ifade. Orda çoğunlukla demişsin ama bu azınlıkla olmalı en azından. Çünkü bu belirttiğin ifadeye uyabilmesi için insanda öncelikle seçebilme özgürlüğünün bulunması gerekir ve şu düzen içerisinde “Para” Denilen şeyde bu özgürlüğü kısıtlayan, ne kadar paran varsa o kadar özgürsün aptallığını yaratan şey işte. İnsanın doğmadan önce nerede, nasıl, kimin çocuğu olarak dünyaya gelmeyi seçmesi gibi bir hadise söz konusu olmadığı sürece şu düzen içerisinde seçim hakkı sadece ve sadece “Para” dadır başka bir şey de değil.

“Bir de şu meşhur bencillik olayım var. Bir kaç kere tepkide gördüm bu yüzden. Neden kabullenmiyorsunuz anlamadım, her insan bencildir millet. kim olduğunuzu inkar etmeyin, gerçekte ne istediğinizi inkar etmeyin” Birde buna değindim miydi bitiriyorum yorumu. Bencilliği neden kişisel bir özellik olarak değil de tüm insanlara mal edilen bir duygu olarak görüldüğünü cidden çok ama çok merak ediyorum. Bencillik dediğimiz duyguda Aşk gibi Nefret gibi(İhtiras öhm...) Hırs gibi Sevgi gibi bir duygu. Bu saydığım şeyler her insanda yoktur yada vardır. Aynen bencilliğinde her insanda olması gereken default gelmiş bir özellik olarak görmek bence asıl üstünde düşünülmesi ve tartışılması gereken bir olay. Bir insanda nasıl yetiştiğine bağlı olarak(tabi burada tamamen olayı çevrenin üstüne atamayız kalıtsalda bazı faktörler var) nefret duygusu fazla yada hiç olmayabilir. Yada sevgi yada herhangi bir duygu işte.

Çok uzun yazdım zaten bunun üstüne kesin birde cevap gelir onun üstüne yazarım o yüzden daha fazla uzatmıyorum artık hadin yolladım.

Silvalinionisis dedi ki...

Bilgiyi hak etmek gerekir bence. bir arayış olmadan hazıra konmak iş değil yani. Ha tabi, bilgi kaynağına ulaşmak için hiç bir yol göstermezsen arayıcıya o zaman saçma sapan bir durum oluşabilir doğru..

"İnsanların doğru olduğuna inandıkları şeyi yapmaları tüme bakıldığından oldukça saçmadır." demekle kast ettiğim tam olarak o değildi. İnsanın doğru olduğuna inandığı şeyi yapması "kendince" elbette en mantıklı hareket. Ama dikkat çekmek istediğim olay, bu kabul edilen doğruların genel geçer olmayışı. Örneğin El Kaide amerikaya saldırırken kendince tamamen haklıydı değil mi? Amerika da afganistana saldırırken yine kendince haklıydı. İki tarafta doğru olduğuna inandığı şeyi yapıyordu. Peki bu hareketleri 3. kişiler için ne kadar doğru? yani sadece kendi düşünceleri doğrultusunda hareket eden ve işi herkes açısından düşünmeden yorumlayanların yaptıkları pekte mantıklı değil bence. Bu örnekle sınırlı kalmamalıyız tabi, pek çok ikili (yada çoklu.. fark etmez) ilişkinin kişisel doğrular yönünde gelişip saçma sapan sonuçlar doğurduğunu görebiliriz. İnsanların inanç ve doğrularının toplumsal ilişkiler sırasında çakışması kaçınılmazdır. Aslında o cümle de ben yanlış kelimeler kullanmışım, "insanların kendi inanç ve doğrultusunda gözleri kapalı hareket etmeleri mantıksızdır" demem gerekirmiş. konuda söylemiştim, 5 saatte yazılan bir yazıda mantık hatalarının olması çok normal :|

Ahlak konusu ile gerçekten çok uzun. Alhakı nasıl tanımladığımız önemli bir kere. Eğer ahlakı en bilindik hali olan "insanın hayatını sürdürürken benimsediği davranış kuralları bütünü" olarak alırsak, bu kuralların hep maddesel şeyler üzerine olduğunu görürüz. İnsan ilişkileriyle ilgili olan ahlak ise tamamen kültürel bir konu, onu ahlakla bağdaştıramıyorum şahsen.

Blogu kaçırıcam yazamayacaksınız comment falan bwahahaha

Silvalinionisis dedi ki...

Calenmircim kılcım.. şöyle ki ben devrimci düşünceye bir şey demedim. Değişim kaçınılmazdır ve herşey değişir diye kendim belirttim zaten. Kimse de kıçını kırıp otursun demedim zaten. Ben özel olarak "komünizm"in hedefinden bahsettim sadece. Ayrıca inan bana o feodal düzenin yıkılması sırasındaki amaç gelecek nesillerin baskıdan kurtulması değil, burjuvazinin monarşiyi güçlendirerek güvenli ticaret yollarına ve mal sahibi olma hakkını elde etmesiydi. Komünizmin amacı ise bambaşka ki sende biliyorsun zaten.

Şu karşı çıktığın diğer seçenek konusunda ise yine katılmıyorum. Bir insanın her zaman o anki koşulunu devam ettirmek dışında bir seçeneği vardır. Bu lafı yazarken aklıma hapishane hücresindeki bir mahkum gelmişti. o mahkumun bile hapiste yatmak yerine isyan etmek, bu seçeneği yoksa da hayatını sona erdirmek gibi bir seçeneği var. çok dar bir seçenek alanı tabi bu. Seçeneklerin kabul edilebilirliği değil, var olup olmamaları daha önemli bence.

Bencillik nefret ve aşk gibi bir duygudur evet. Ancak senin söylediğinin aksine değişken seviyelerde her insanda bulunur. Bencillik güdüsüne sahip olmayan bir insan olsaydı biz ona insan demezdik. Komünist düşüncenin bir getirisi olarak bencilliğin tüm insanlarda olan bir duygu olduğunu reddetmeni doğal karşılıyorum ama bu duygunun reddini nasıl akılcı buluyorsunuz ben anlamıyorum. Yani o kadar "işimize gelmiyor çünkü" temelli bir hareket ki bu.. neyse bu konuyu tartışmaktan özellikle kaçınıyorum yoksa çok uzar.

Calenmir dedi ki...

Feodalitenin yıkılması elbetteki hadi komünizm diye bişey varmış ona geçelim diye olmadı. Elbetteki amaç burjuvazinin güçlenmesiydi. ama dönem için devrim demekte buydu zaten. O anki şartlarda ileriye yönelik bir sıçrama yani.

Yine şöyle bir olay var ki örnekte verdiğin hapishanedeki adam için bir seçenek olarak görünen ölüm aslında bir seçenek değil bir çıkış. Diablo oynarken lineerlikten nasıl kurtuluşun yoksa burdada aynı şekilde bir olay var. Yani oyunu bitireceksen eninde sonunda diabloyu öldürmen gerekiyor. Yok ben öldürmicem diyorsan tek alternatifin save&exit. Buda oyun içi bir çözüm değil pes etme, bir kaçış. Aynı şekilde bir mahkum içinde ölümün tek çıktısının aslında kaçış olacağı gibi. Seçim dediğimiz şey bence kaçışları içermiyor. Kaçış demek bence sadece quit tuşu demek.

Değişken seviylerinde belli derecelerden sonra birbirini baskılayabiliceği bir gerçek. Çok sıcak kanlı bir insanın soğuk davrnışlar göstermesini bekleyemessin. Tamam yani yakını ölmüştür, bunalımdadır eskisi gibi olamaz ama baskın olan sıcak kanlılığı sevecenliğidir. Aynı şekilde paylaşımcılıkta bencilliği bastırabilen birşeydir. Ben yada hiçbir komünist hemen şimdi insanların bütün bencilliklerini bir kenara bırakıp hepimiz eşitiz lay lay lom yaşıyoruz şeklinde bir yaşama geçebileceğine inanmıyoruz. Bu olay çok uzun zamanın geçmesi farklı tecrübelerin yaşanmasıyla mümkün olabilicek birşey.

Yalnız şunu yazarken farkettim bende nedense kafa kalmadı pek. Muhtemelen o 3 paragrafın biyerinde saçmalamışımdır. Eğer kendi tezimi çürüttüğüm birşey çıkarsa şaşırma yani. Hayır birşeyde yapmadım bugün niye böyle oldum onuda anlamadım.

Bir Garip Vampir dedi ki...

Alıntı: "Eğer ahlakı en bilindik hali olan "insanın hayatını sürdürürken benimsediği davranış kuralları bütünü" olarak alırsak, bu kuralların hep maddesel şeyler üzerine olduğunu görürüz. İnsan ilişkileriyle ilgili olan ahlak ise tamamen kültürel bir konu, onu ahlakla bağdaştıramıyorum şahsen."

İnsan ilişkileri ile ilgili olan ahlağı ahlakla bağdaştıramama meselesini kavrayamadım Silva. Hem insan ilişkilerini davranış kurallarından nasıl ayırdığını da merak ettim. Bunların tamamen maddesel olması ise yine açıklanmaya muhtaç gibi duruyor.

Ayrıca komünist düşüncenin insanlığın doğasından tüm kötülükleri, dolayısı ile de bencilliği silerken, beri yandan, başka bir açıdan bencilliğin herkeste mevcut olduğu ve hatta ahlakın temeli ile ilgili olduğunu iddia etmek de mümkündür. Öyle ki pek çok düşünür tüm ahlakın kökenini kişisel zevk arayışı gibi bencilce bir duyguda bulurlar.
----

Şimdi kişilerin kendi doğrularını eyleme geçirmeleri konusunun değerlendirmeye açık olması normal. Ne yapılabilir? Kişi doğru bildiğini yapacaktır. En fazla acele etmeden, çok düşünüp az eyleme girmesini isteyebiliriz. Ayrıca örneğin evrensel hukuk kuralları hep bu kişilerin kendi doğrularına göre hareket etmelerinin kötü sonuçlarını engellemek için oluşturulmuş olabildiğince genelgeçer şeyler değil midir zaten? Şimdi bunların haricinde kalan durumlarda kişinin kendi doğrusu peşinden yürümesinin önü alınamaz.

Ayrıca Silva'nın feodalizmin alaşağı edilişinin temel sebebi üzerine yaptığı tespit doğruya işaret etmiştir kanımca.

Silvalinionisis dedi ki...

E o zaman değişim üzerine neden tartışıyoruz? Değişime karşı hiç bir iddiam olmadı dikkat edersen.

Seçimler konusuna gelirsen, ölüm ekstrem bir örnekti dikkat edersen. Ama illa üzerine gideceksen o ölümde bir seçenektir evet. Bir olasılıktır o da dikkatini çekerim. Gerçekleştirilme olasılığı olan herşey de bir seçenektir. Diablonun lineerliğinden sıkıldıysan çıkar başka oyun oynarsın evet.

Şu duygular kısmındaki konu ise birinin diğerini bastırması değil. Bir insan birisine aşıkken 10 ayrı kişiden nefret ediyor olabilir değil mi? bu onun aşık olduğu gerçeğini değiştirmez herhalde.. İnsanlar her duygudan değişik seviyelerde bulundurur. RPG oyunundaki gibi insanları belli özelliklerle sınırlandıramazsın. Nasıl gerçek dünyada alignment gibi bir olay yoksa, tamamen bencil yada tamamen paylaşımcı değildir.

Komünistlerin de insanların bencilliklerini bırakacaklarını söylediklerini iddia etmiyorum. O bahsettiğim iddia "insanların doğasında bencillik olmadığı" yönünde söylenen.. yok öyle bişey. Daha doğrusu tam tersi "var" öyle birşey.

Calenmir dedi ki...

Ama yine şöyle bir olay varki bu kar amacı güden insanlar toplamı tek başına feodalitenin yıkılmasını sağlayabilicek güçte değildi. Ne oldu peki? İnsanlar özgürlük daha iyi yaşam şartları yalanlarıyla kandırılıp kendi davalarına alet edildi. Ha yalan mı söylemişlerdi? Hayır dediklerini yaptılar Serfler özgürleştirildi ve bu sayede burjuvazinin yeni kurduğu fabrikalarına iş gücü kazanıldı. Ama bunu o dönem için düşündüğümüz zaman bu bir ilerleme. Şu an ki mevcut duruma bakıpta aslında hiçbirşey değişmediğini düşünmek çok büyük bir hata olur.

Yine tabi buradan hareketle diyebilirsiniz o zaman komünistlerde insanlığı kendi emelleri için kullanmak istiyorlar. Ama bir farkla burda sonuçta istenilen ve elde edinilecek şeyler kişisel fayda sağlıyacak şeyler değil herkesin etkisini hissedeceği şeyler.

Bir Garip Vampir dedi ki...

unutmadan seçim meselesine gelince. Seçim hep kısıtlı anlamda mevcuttur. Uzamsal ve zamansal şartların önünüze koymuş olduğu seçenekler arasından seçim yapılabilir ancak. Fakat problemin bir yanı insanın seçim aralığının sürekli daralmasıdır. İkincisi insanın kendi yetersizliği sebebiyle mevcut seçim aralığını doğru görememesi sebebiyle seçim yapmadaki kaybıdır. Demek ki bizim işimiz, hem insana bırakılmış seçim aralığını genişletmek hem de daha önemlisi mevcut kişisel seçim alanımızı yetkin biçimde kullanabilmektir. İnsanlar çoğu zaman seçim yapabilecek seçeneklerinin yetersizliğinden yakınırlar ama kendi seçim sınırlarını bilmemeleri bundan daha önemli bir problemdir ve çoğu zaman bu yakınmalarını anlamsızlaştırır.

Bir Garip Vampir dedi ki...

Calenmir, burjuvaziye sormuş olsaydın eğer onlar da yaptıklarının herkesin faydasına olduğunu söylerlerdi, hem de inanarak. Ayrıca tüm açılardan değerlendirildiğinde feodalizmin yıkılışının artı bir ilerleme olduğunu söylemek o kadar kolay değildir. Hele peşi sıra gelen tarihsel sürecin getirdiği yıkımı, sefaleti ve insanın toplam mutsuzluğunu ele alırsak, sanıyorum çok düşünmek gerekir.

Calenmir dedi ki...

Haklısın zaten onlarda aslında yaptıklarının sonuçlarının böyle olucağını düşünmüyorlardı. Aslında o zaman ki burjuvaziyi yaptıkları için suçlamak tamamen yanlış.

Şu an burjuvazinin komünistler tarafından hedef olarak gösterilmesinin tek sebebi bundan sonra gerçekleşicek değişimlerin önünde bir engel gibi dikiliyor olması zaten. Zaman geçtikçe roller değişmesede oynayanlar değişiyor. Dün o rolde feodal beyler oynarken bugün burjuvazi oynuyor. Aynı şeyin ileride komünistler tarafından yapılmasıda mümkün ama buda komünistlerin aslen birer devrimci olduklarını unutup kendilerini bireyere sabitlemek gibi bir düşünceye kapılmalarıyla mümkün olur.

Ayrıca başında siyaset yasak diyen çok bilmiş birsürü insan olmadan aynı ortamda yazmakta güzelmiş belirtmeden edemiyicem :)

Silvalinionisis dedi ki...

Alıntı: "Eğer ahlakı en bilindik hali olan "insanın hayatını sürdürürken benimsediği davranış kuralları bütünü" olarak alırsak, bu kuralların hep maddesel şeyler üzerine olduğunu görürüz. İnsan ilişkileriyle ilgili olan ahlak ise tamamen kültürel bir konu, onu ahlakla bağdaştıramıyorum şahsen."

Çelişkiye gel.. Efsanevi saçmalamışım.

Temelde demek istedim ki ahlak kurallarının tamamen dünyevi olaylar üzerine (örneğin para-pulla alakalı olaylar, hırsızlık gibi yada ne bileyim cinsellikle ilgili konular) kurulu olmaları.

Neyse bunu açıcaktım da kafa kalmadı bu saatte. İleride editlenecektir bu mesaj.

Aslı "TILSIM" Palabıyık dedi ki...

Ya Silva... Atla gel İzmir'e de uzuuuuuun bir sohbet edelim senle. Diyeceğim öyle çok şey var ki bu yazıya, bir öğretmen adayı olarak, ama yazmakla bitecek gibi değil. Ama yazacağım yakın bir zamanda...

Sayonisist dedi ki...

Ortadan dalıyorum, kusura kalmayın. Alıntılar yaparak tek tek üzerine yazayım. Ancak tek bir noktaya değinmem lazım başlarken, yazı boyunca dikkatimi çekti. Silva'nın düşünme tarzında, kendisinin üstün olduğu alanlarda genele dayalı bir övgü seziyorum. Örneğin aklın ve bilginin -bence- biraz abartıyla yüceltilmesi, fiziksel özelliklerin anlamsızlığının vurgulanması. Yani acaba silva yapılı bir bedene sahip olsa, bu düşüncelerini ne yönde etkilerdi merak ettim. Kendi adıma konuşursam, iki yönden de çok iddialı olmamakla birlikte ben de akli yönümün daha ağır bastığını düşünürüm. Ama bu yazıda grotesk bir coşku görüyorum akıl konusunda, sanki oturduğumuz yerde beyin gücümüzle taşları yerinden oynatıp binalar dikebiliyormuşuz gibi. (Hoş; günün birinde belki onu da yaparız, kim bilir?)

"Bir de şu meşhur bencillik olayım var. Bir kaç kere tepkide gördüm bu yüzden. Neden kabullenmiyorsunuz anlamadım, her insan bencildir millet. kim olduğunuzu inkar etmeyin, gerçekte ne istediğinizi inkar etmeyin. Başkalarına yalan söylemek kolaydır ama insanın kendisine yalan söylemesi tamamen saçmalık. Sahip olmadığınız erdemlere sahipmişsiniz gibi rol yapmak yerine kendinizle barışık olup başkalarının olmanızı istediği kişi yerine kendiniz olun." Bunu silva diyor. Ben de kendisine, bencillik duygusunu her insanın içinde yaşattığına dair bilgiye nasıl ve nerden vakıf olduğunu sorarak başlıyorum. Bencillik dediğimiz şey aslında evet, her insanın içinde var olabilecek bir duygu. Şartlar, olaylar bunu öne çıkarabilir elbette. Bugün, bütün insan ve toplum sevgimle ben bile iddia edemiyorum 10 sene sonra şöyle bir insan olacağım diye. Ancak. "Hepiniz en az benim kadar bencilsiniz aslında, hepiniz kendinizi düşünüyorsunuz" demek çok büyük yanlışlık. Kaldı ki bencillik bana göre, devamlı bir ruh hali de değil. Yani nasıl anlatmalı. Bencillik de beynimizdeki diğer duygular gibi bir tür "switch" ile açılan veya kapatılan bir duygu. Bu duygunun ortaya çıkmaması için bilinç devreye giriyor. Bu da şartlara göre değişiklik gösteriyor. Atıyorum bir kavga esnasında kendini öne atıp arkadaşını koruduğunda, bu konudaki cesaretinden kaynaklı olarak bilincin bencilliğini yeniyor. Şimdi bu son cümlelerde silva'nın yanında duran bir yaklaşım sergilemiş gibi gözükebilirim, ama silva'nın dediği aşağı yukarı şu: "Bütün insanların bencillik switchi doğuştan on geliyor." Benim karşı olduğum nokta bu. Bencilik de diğer duygular gibidir, bilincin ile savaş halinde. Bazı duygular insanlık için iyi, bazı duygular kötüdür. Bu duyguların ile bilincini kullanarak savaşmak eğer yalan söylemekse, evet söylüyorum. İyi ki de öyle yapıyorum.

"Ruhun gelişiminin temeli ise ahlaki olaylar olamaz bence. Çünkü ahlak tek ve kesin değildir. Hiç birşey kesin değildir zaten. Eğer ruhun değeri iyi ve kötü ile ölçülecekse bile iyi ve kötü kavramları değişkendir herşeyin ötesinde. İnsanların doğru olduğuna inandıkları şeyi yapmaları tüme bakıldığından oldukça saçmadır çünkü bir insanın doğrusu diğer 10 insanın yanlışı olmaktadır genellikle." Ahlak ile ilgili duyduğum, bir çok kitabın birkaç cümlede özeti olabilecek bir bölüm. Altına imzamı atıyorum. (İmla hataları varmış gerçi. Atmıyorum lan vazgeçtim.)

"Bilgi, bir insanın sonsuza kadar (yada unutana kadar) sahip olacağı en önemli varlığıdır bence. İnsan hayatının temeli bilgidir ve geriye kalan herşey, HERŞEY, ikinci önem taşır. İnsan bildiği kadar değerli, bildiği kadar bilge, bildiği kadar insandır. Her ufak bilgi kırıntısı değer teşkil eder ve bilgisizler yada öğrenmeye karşı olanlar benim gözümde her zaman daha düşük bir seviyededir." Diğer arkadaşlar da buna katılan şeyler yazmışlar, o yüzden bu paragraftan hareketle cevabım herkesedir. Katılmıyorum. Hele hele "insan bildiği kadar insandır"a hiç katılmıyorum. Ya da hem katılıyorum, hem katılmıyorum diyeyim. Bence insanın en büyük erdemi, mücadele etmektir. Bunu hemen sol jargon üzerinden düşünmeyin. Bence insan, kavga ettiği kadar insandır. Kendisiyle, yerleşik şeylerle, ahlakla, insanlıkla, doğayla, bilimle, dinle, akılla, mantıkla, ütopyalarla, distopyalarla, her şeyle. İnsan varlığının başlangıcından beri her şeyle mücadele halindedir. İnsanı değerli yapan bildiği değil, bildiği için ne kadar mücadele ettiğidir. Ne kadar emek verdiğidir yani. Senin gibi ülke şartlarına göre nispi olarak "iyi" bir eğitim almış, kendini geliştirmesi için gerekli olan şeylere zorlanmadan sahip olmuş biri için bunları söylemek çok kolay. Hayır, "bilmemnerde insanlar açken sen şöyle böylesin" muhabbetine girmiyorum. Ama her zaman herkese söylediğim gibi şunu söylüyorum: Senin "cahil köylü"den tek farkın bilmemkaç kilometre batıda, Amerikalı Kuantum profesörü ile tek farkın bilmemkaç kilometre doğuda doğmuş olman.

Yani, bilgi denen şeyin dağılımı bile ekonomiye dayanıyor. Yani çağımızda bilginin üzerinde kontrol sahibi olan ayrı bir güç var. Ha, bu gücü siler atarsın. Herkese getirirsin aynı şartları, (ve aynı bilinci elbette. Tek başına ekonomik eşitlik hiç bir şeyi çözmez.) o zaman hala bilgiyi reddedene rastlarsın, kendisine söylersin diyeceklerini. Ki ben böyle bir durumda bile bunu söyleme hakkın olmadığına inanıyorum. Bir insan "bilmemeyi seçmekte" olasıya özgür olmalıdır bence. Bilgi ile bilinç, çok farklı şeyler. Bilinç sahibi insan, bilgisizliğinden kaynaklı bağnazlık yapmaz. Yani kısacası eski hikayedeki gibi, asıl olay "bilen ve bildiğini bilen, bilmeyen ama bilmediğinin farkında olan" kişilerin olması.

"Benim takıldığım kısım pratik sonucu olmayan işler için zaman ve kaynak harcanması. İnsan oğlunun geleceği için insanın kendi hayatını harcaması bana inanılmaz derecede gereksiz ve anlamsız gözüküyor bilmiyorum. Bu dediklerim "sallayın ya geleceği, sonraki nesiller ölsün gebersin" demek değil, sadece herkes kendi zaman dilimini yaşamalı ve bir fark yaratacaksa yarında değil bugünde yapmalı bunu." Nasıl yani? Gelecekteki bilinmeyen bir yaratığa karşı savaşmıyoruz ki. İnsanlar bugün sömürülüyor, bugün açlıktan ölüyor, bugün ırkından, cinsiyetinden veya dininden -veya dinsizliğinden- dolayı ayrıma uğruyor. Bunlar bugünün konuları, hemen yanıbaşımızda. Bunlar olmasın diyoruz sadece, ne bugün ne gelecekte.

"Aslında o zaman ki burjuvaziyi yaptıkları için suçlamak tamamen yanlış." demiş kılenmir. Yanlış. Burjuvazi, varlığının başından beri tek bir şey için vardır: İşçi emeğini sömürmek, bunu kontrol altında tutmak, ve bunu işçinin gözünde meşrulaştırmak. Burjuva, asla ve asla dünya insanlarının topyekün mutluluğunu hedeflememiştir. Çok kısa cevap oldu ama, ayrıntılı konuşmak lazım bunu. Kitap falan açarız.

"Komünistler örneğin, ütopik bir amaç peşinde (ki elbette komünistler buna ütopik demiyorlar..) çalışarak bir yerlere varmaya çalışıyorlar. İnsanların birlik halinde ve mutlak eşitlikte yaşayabileceğine inanıyorlar. Bu örnek üzerine konuşacak olursak öncelikle mutlak eşitlik diye bir olay yoktur, olamazda. Tüm insanları makineleştirseniz bile olmaz öyle bir olay. Koşulları eşitlemekte mümkün değil yada benim hayal gücüm ve insan doğasını anlayışım toptan yanlış. Bunu iddia edenlerde çıkacaktır tabii mümkün." diyor silva. Bunu söylerken ne yazık ki tarihin yeterince incelenmediği kanısına varıyorum. Komünizmi eleştirirken "ütopya" sözcüğünü kullanmak, en bilindik ve en kolay yöntem. Oysa tarihin bizlere öğrettiği bir şey var: İnsanlar giderek özgür oluyorlar. İnsanlar giderek, başlarında onlara ne yapılması gerektiğini söyleyen birinin varlığından rahatsız oluyorlar. İnsanlar artık 18 saat çalışıp ailesine bakamazken, lüks barlarda binlerce dolar saçan kan emicilere karşı ayaklanıyorlar. Bu ayak seslerini Güney Amerika'dan duyuyoruz. Şili'den, Ekvador'dan, Arjantin'den, Brezilya'dan duyuyoruz. Uzak Asya'da Nepal'den duyuyoruz. Ve ülkemizde duyuyoruz. Yeniden politikleşiyoruz. Gençlik atıyor üzerinden, askeri cuntanın kan ve ihanetle örtülü toprağını. Eşitlik, özgürlük, bir arada yaşamak gibi şeyler söylüyoruz yeniden. Bunlar boş şeyler değil, bunlar yabana atılası değil. Artık ucuz şovenist-faşist artıklara inanmamaya başlıyor insanlar yeniden. Bu yüzden sürekli provokasyonlarla faşizm yükseltilmeye çalışılıyor. İsteniyor ki yeni bir askeri cunta gelsin. İsteniyor ki kitaplar yakılsın, sesler sussun. Ama bunların hepsi boş çıkacak. Belki 50 sene önce olmadı, belki 20 sene önce de olmadı. Belki şimdi de olmayacak. Ama bir gün olacak. 1936'da söylemiştik "Bizim de günümüz gelecektir" diye. 1980'de "Henüz son sözümüzü söylemedik" dedik. Ve kimse insanlara çiçekli bahçelerden geçerek bu yolun sonuna ulaşılacağını da söylemedi. Silva bilir şu şiir alıntısını:
"Varılacak yere
kan içinde varılacaktır.
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp
koparılacaktır..!"

Yukarıda aslında tirad geçmiş gibi oldu sanırım, ama işin özünü vermek adına önemli olduğuna inanıyorum. Demek istediğim şu, insanın mücadelesi asla sonuçlanmayacak. Ve hiçbir engel, duvar, barikat bunu durduramaz. Hiçbir silah durduramaz. Halkı öldürebilir misiniz? Milyarlarca insanı? Tanklar, füzeler yeter mi bitirmeye? İnsanlık, kendi önünde duranları ezip geçecektir. Tarih boyunca ezip geçmiştir. Fildişi kulelerinden, iktidarlarının sonsuz olduğunu düşünenlerin sonu her zaman darağaçları olmuştur. İnsanlık kapitalizmi yaşıyor. Bunu da aşar, sosyalizmi de yaşar ve aşar, komünizmi de. Yepyeni fikirler saçılır ortaya. Bazen savaşlar, yıkımlar süregelir; bazen barış. Ama asla geriye dönüş olmaz, asla. Hep ileriye, hep bir sonrakine. İnsan olmak demek bu demektir zaten, tırmanmak.

Silvalinionisis dedi ki...

Kısaca da ben cevap vereyim.

Öncelikle ilk paragrafında belirttiğine değineyim. Yapılı bedene sahip olup olmamak çokta önemli değil bence bu durumda. Sonuçta ben böyle düşünmüyor olsaydım spor yaparak, koşup oynayarak kendi fiziksel yapımı geliştirebilirdim. Yani benim durumumda zayıf fiziksel yapımdan önce bu fikir geliyordu. Bilginin fiziksel varlıktan önemli olduğu düşüncem yeni aklıma gelen birşey değil.

Bencillik konusunda o kadar da farklı şeyleri söylemiyoruz. "Her insan sonuna kadar bencildir!" demedim ki ben. Diğer cevaplar arasında belirttim, bencillikte insanın sahip olduğu doğal duygulardan birisi. Aşk gibi nefret gibi.. Aynı senin yazdığı gibi insanlar bazen bencil davranır bazen davranmaz. Bazıları diğerlerinden daha bencildir, bazıları daha az. Yere, zamana, duruma göre değişir yani. Benim karşı olduğum komünist düşüncenin bencilliği insana ait bir duygu olarak kabul etmeyişi, ortaya çıkışını tamamen ekonomik gelişmelere bağlaması. Kapitalizm bencilliği destekliyor olabilir, ki zaten destekliyor da ama bir anda gökten inen bir hareket değil bu. Bende çıkıp aşk diye birşey yoktur, sadece üreme güdüsü vardır, aşk modern dünyanın yalanlarındandır gibi birşeyler diyebilirim ama ne kadar mantıklı olur?

Bilgi konusuna gelince.. Bilgi diyince aklına fizik, kimya bilgisi gelmesin. Bir köylünün bilipte benim bilmediğim tonla şey vardır ve ben o kişinin bilgisine yürekten saygı duyarım. Bilgiyi elde etmenin tek yolu kitaplar okuyup okullar bitirmek değil sonuçta. Bilim bilmekle sınırlama yani bu dediklerimi.

Ancak şu fark var. Bilgelik farkı. İnsan her zaman çok şey bilerek bilgeleşmez. Yani Kuantum fiziği üstüne 10 tane kitap yazmış olan bir adam, okul okumamış bir köylüden daha odun olabilir. Bilgiyi kafana doldurup o bilgiden hiç birşey öğrenmemiş olmak kişinin şahsi kazmalığıdır gözümde.

Komünizm konusuna girsem mi girmesem mi diye düşünüyorum da.. Kısaca düşüncemi söylemem gerekirse, komünizmin gerçekleşmesi için dünya çapında iyi niyetli bir ortamın sağlanması gerekir. Devrimci düşünce gereği günün sorunları üzerine düşünüyorsunuz ama o sorunlar üzerine hep ileri geleceğe yönelik planlar yapıyorsunuz sorun orada. Yani anarşistler işi başarabilecek olsa tek çözümü onlar sağlarlar bu soruna. Yoksa bence uzun bir süreç sonunda komünizme ulaşılamaz. Sosyalist yönetime geçilir ve sonraki adıma geçilemeden kitlenilir orada. Ha o kitlenme sonsuza kadar sürmez elbette ama komünizm gibi eşitlikçi bir yönde olacağını da sanmıyorum. Neyse bunlar bir yana, devrimci düşünce her ne kadar iyi niyetli olsa da pratik ve ağır olacak belki ama "yapıcı" değil.

Böyle evet.

Sayonisist dedi ki...

Komünizmin bencilliği insana ait bir duygu olarak kabul etmemesi diye bir şey yok. İnsanda bu duygu varsa vardır, yok sayılamaz ki. Sadece bu duygunun körüklenmesinin yapay olduğunu vurgular komünizm.

Ayrıca son paragrafına da katılmıyorum, anarşizm aslında ufak da olsa yapılar öneriyor, ancak özel mülkiyete dair acayip bir tavırları var sanırım, savunanlar var aralarında. Komünizmin öngördüğü sosyalizm aşaması ise bence gerekli. Neden? Şimdi senin dediğin gibi anarşistler yapsa bu işi, ne olur biliyor musun? Şu dünyadan drandk diye komünizme geçildiğini düşün. ERkeğin kadın üzerindeki binyılların baskısını atabilecek misin? Irk farklılıklarından doğan savaşlar bıçak gibi kesilecek mi? Kesilmeyecek. Sosyalizm ille de Leninizm ile yürümez ki. Benim benimseyişime göre yerellerin koordinasyonu ile yatay örgütlenme en güzelidir. Ki anarşistlerle de bağdaşır bir yerde. SSCB'nin ordu sosyalizmi gibi tepeden inmeci, dikey örgütlenmeci bir sosyalizmin iş yapmadığını yaşayarak gördük zaten. Şimdi özgürlüklerin zamanıdır bence. Kimse bana emir vermesin, ben kimseye emir vermeyeyim. Bir arada yaşayalım.

Silvalinionisis dedi ki...

Seninle yaptığımız konuşmalardan hatırlıyorum. Komünizm'in iddiasının bencillik duygusunun tamamen kapitalist sistem tarafından ortaya çıkarıldığını söylemiş hatta ısrarda etmiştin. Gayet net hatırlıyorum yani. Elimde loglar var belgelerle getirtme beni!

Diğer paragraf hakkında ise diyecek pek birşeyim yok ama, ister hemen olsun ister bir süreçle olsun, insanlar değişmez isterlerse değişirler. Yani hoşgörü ve değişim dolgusunu kabullenme biliyorsun ki pekte insanoğlunun bir numaralı özellikleri arasında değil. İnsanlar bir değişime istekli olmadıkları sürece sonuç alınamaz. Sosyalizm gibi zor bir değişim süreci sırasında ise hiç kimsenin daha açık fikirli olma yönünde çalışabileceğini sanmıyorum.

Tamamen sınırların kaldırılması ise yine bence çok da akıllıca olmaz. Sınırlar her zaman gereklidir bence.

Ve elbette dediğim gibi bu yukarıda saydıklarımızın hiç biri pratik çözümler değil, hepsi uzun hazırlık, örgütlenme ve değişim süreçleri gerektiriyor. Daha acil çözümler gerekirken ortaya 100 yıllık plan koymak ne kadar etkilidir sorarım.

Sayonisist dedi ki...

Yahu abicim delirtme adamı. Kapitalistler "aha bakın lan bencillik diye bi duygu buldum, şimdi onu insanların kafasına ameliyatla sokalım" dediler demişim gibi konuşuyorsun. Ben insanların özünde bencillik yoktur diyorum sadece. Bencillik duygusunun insana doğuştan geldiğine inanmıyorum. Şartlar ve olaylar onları buna iter diyorum.

Silvalinionisis dedi ki...

İnsanın özünde bencillik yok demenle benim söylediklerim arasında pek bir fark yok sanırım? İnsanı belli bir duyguya güdümlü veya güdümsüz olarak tanımlayamazsın. İnsanların doğasında bencillik vardır diyorum ben, insanlar bencilliğe güdümlüdür demiyorum örneğin.

Duyguları elbette şartlar ve olaylar tetikler. Hangi duygu böyle değil ki? Bencillik duygusunu diğer duygulardan farklı görmek asıl sorun. Bencil olmak diğer herhangi bir duyguyu hissetmek kadar doğaldır demek istiyorum ben.

Sayonisist dedi ki...

Hayır çok var. İnsanın özünde bencillik vardır demek, insanlar hayatını bunun üzerine kurar demektir. Oysa ben bencillik diye bir şey de var diyorum sadece.

Ayrıca doğallığı da tartışmıyoruz ki? Doğada iyi veya doğru olan şeylerin özü, (iyi veya doğru tartışılabilir ayrıca, ama bu aynı zamanda doğa durumuna da uygun)beraberce ve birbirine zarar vermeden yaşamaktır. Bencillik duygusu ise bu beraberce yaşamanın önünü kapatan şeylerden biri. Doğal diye her duyguyu yaşayamayız ki?

Sen ne kadar iyi veya kötü olursan ol, diyalektiğe göre bir yerden çıkacaktır karşıtın. Bu yüzden ne tez ne antitez, gidip sentezi bulmak lazım ki ben insanlığın, doğanın ve evrenin sentezi olarak özdeş yaşamı görüyorum şu anda. Bu özdeş yaşamın içinde ne sınırlar var, ne bencillik. Bir insan olarak tek başına hayatta kalamayacağını bile bile, kendini beraber yaşadığın insanların üzerinde -veya dışında- nasıl tutarsın ki?

Silvalinionisis dedi ki...

İnsanın özünde sadece tek bir özellik yoktur ki? insanın özünde pek çok şeyin yanında bencillikte vardır diyorum ben. tek bir özellik, tek bir duygu üzerine kurulmasa, onun ötesinde insan karşıtlar üzerine bir öze sahip olmasa bu yönde şekillenmezdi.

Doğa ise bence kesinlikle sadece uyum üzerine kurulmamıştır. Doğa bazen uyum içinde yaşarken, bazen kendini yıkarak ilerler. Orman yangınları ve yanardağlar örneğin. Doğa kendini ve var olan uyumlu durumu yıkar ve tekrar bir düzen kurar kendi içinde. Doğa kendince belli türleri yok etmiş yerine başkasını koymuştur. Dinazorlar gibi türler çok güçlüyken doğanın eliyle yok olmuş ve memelilerle yer değiştirmiştir. Doğa sadece düzenden değil düzensizliktende oluşur kısacası. Ha ayrıca hepsinin ötesinde doğada iyi ve kötü diye birşey yoktur, iyi ve kötü ahlaki bir yorumdur sadece. Doğanın her hareketini mantıklı olarak algılamaya çalışmakta bir o kadar yanlış bence.

Duygularının farkında olan bir yaratık olan insanınsa bencillik ve paylaşımcılığını dengelemesi gerekir sadece. bir diğerini yok saymak yada yok etmeye çalışmak çok ama çok saçma.

Bir Garip Vampir dedi ki...

Aydınlanmanın altında yatan düşüncelerden biridir insanın fıtratının saf iyi olduğu. Bu komünist düşünceye de yansımıştır. Çünkü bu çok kolay bir çözümdür. Kötülük sistemin ürettiği bir şeydir, bu yüzden sistemi düzeltmek sorunları temizler diye düşünürsünüz. Aydınlanmaya olduğu gibi komünist-materyalist düşünceye de en büyük tepkilerden biri tam bu noktadadır. İnsan karmaşık bir varlık, iyiyi olduğu kadar kötüyü de özünde barındırıyor. Karşıtından bağımsız bir şey olamaz. Özde iyi varsa mutlaka kötü de vardır. Paylaşım damarı varsa, bencillik damarı da vardır. Bu gerçeği hangi iyi niyetle, hangi ulvi amaçla olursa olsun gözden kaçırırsak hiçbir şeyi yerine oturtmamız mümkün değildir. Hepsi yalan olur, olmuştur. İnsanın kötülükle olan öz ilişkisini reddetmesi kendisini reddetmesi demektir. Geçmişte böyle bir düşünce üzerine kurulan büyük hareketlerin hepsi çok vahim bir biçimde çuvallamıştır. Gelecekte yapılacakların hepsi de çuvallamaya mahkumdur. Asıl mesele insanın kendi özü ve çevresi ile olan ilişkişini denetleyecek doğru bir iradeye kavuşmasıdır. Daha iyiye giden yol sadece bu noktadan geçer. Carl Gustav Jung insanın özde taşıdığı kötülüğü gölgesiyle bir sembolik ilişkiye sokarak şöyle der: "Eğer birey kendi gölgesiyle hesaplaşmayı öğrenirse, dünya için gerçek bir şey yapmış olur." Bireysel bilinç sadece buradan geçer. Gerçek savaş, öncelikli savaş sadece bu anlamdadır. Daha öncede ifade etmiştim. Çok kadim bir öğreti var, ama özellikle doğu düşüncesinde yer etmiştir. Kendini bilmektir bu öğreti.

Sayonisist'ten alıntı: "İnsanlar giderek, başlarında onlara ne yapılması gerektiğini söyleyen birinin varlığından rahatsız oluyorlar."

Birkaç açıdan buna itiraz edebiliriz galiba. Ama en önemlisi şu: gerçekle ilgisi yok. Ben rahatsız oluyor olabilirim, Sayonisist de rahatsız oluyor olabilir vs. Böyle olmasını umuyoruzdur. Ama ummak böyle olmasını sağlamıyor. Kapitalizmin meziyetini küçümsüyor bu düşünce. Şu sayılan ülkelere bir bakalım, nedir bunların ortak özelliği acaba? Bunların arasında bir tane kapitalist Avrupa ülkesi var mı? Bunların ses getirecek neleri var? Sonra bunların hemen hepsinde daha önce Rusya ve Doğu Avrupa ülkelerindeki sosyalist hareketlerdeki problem aynen devam ediyor. Bu kehanet değil, mutsuzlukla söylüyorum kaderleri de aynıdır.

Evet kapitalizm birilerini sürekli daha fazla zenginleştirir, diğerlerini hep daha fazla sömürür. Ama mesele sadece bu kadar basit değil. Geçmişi, bugünü ve yarını salt ekonomik gerçekler açısından kurmaya ve anlamaya çalışmanın yanlışı bu. Engels'in bir mektubunda şu ifadeler yer alıyor.
"Gençlerin bazen ekonomik yönü gereğinden fazla vurgulamalarında suç bir dereceye kadar Marx'ın ve benim.Bu temel ilke üzerinde o zaman ısrarla durmaya mecburduk, çünkü karşımızdakiler bunu inkar ediyordu ve karşılıklı etkilemede rol oynayan öğelerin hakkını vermemize ne zaman, ne yer, ne de fırsat vardı. Ne yazık ki, insanlar çoğu kere bir kuramı anladıklarını ve ana ilkelerini kavrar kavramaz(o da her zaman değil) kuramı uygulayabileceklerini sanırlar. Son zamanlardaki birçok Marksisti de bu suçlamanın dışında tutmayacağım, çünkü onlarda harika zırvalar yumurtladılar."

Kapitalizmin kendi dengelerini sağlamakta ekonomiyle ilgisiz sayısız argümanı var. Bu çok uzun bir mesel. Keşke bunları doğru görebilsek. Bir cezbediciliği var kapitalizmin. İnsan fıtratını komünizmden daha iyi anlamış. Yüzyılın başındaki sosyalist merkezli hareketler kısa zamanda kapitalizme merak sardılar. Bütün o şimdi Sayonisist'in de çoşkuyla ifade etiği komünist eşitlikçi söyleme rağmen hepsi tek adam(lar) üzerine kurulu katı örgütçü yapılardı. Şunu görmek gerek: komünizmin insana dair söylemi ve eylem planı hatalıdır. İktidar gerçekte sadece kendisini amaç edinir. Sosyalist örgütlenmiş devletin yatay yapılanmış komünizm aşamasına geçmesi nâmümkündür.

Ayrıca bizim dışımızda kalan canlıların uyum içinde mi yoksa daha farklı bir süreç içinde mi hareket ettiklerinin pek bir önemi yok aslında. Biz insanlık olarak ne olduğumuzu biliyoruz. Biz her anlamda karmaşa içindeyiz. Bireysel arzularımız ve kollektivizm arasındaki tezatlarda bocalıyoruz. İnsanlık bu noktada teraziyi asla dengede kuramayacaktır.

Sayonisist dedi ki...

Vampir, dünyadaki reel sosyalizm ve komünizmin genel tanımı üzerine eleştirilerini okudum. Ama çok spesifik konulara dalmazsam cevap veremeyeceğim söylediklerine. O yüzden tartışma konusunu bir adım öteye taşıyayım.

Aslında bence asıl mevzu, ilerici veya muhafazakar olmakta yatıyor. İlerici olan insanın seçenekleri var. A kişisi bu bu seçeneklerden komünizmi seçmiş olabilir. Demek değildir ki komünizm ilerlemenin tek ve sarsılmaz adımıdır. Bu ancak tarihin gösterebileceği bir şey. Bu yüzden ileriye dönük düşüncelerini ayırt etmeden, bütün ilericilere sonsuz saygı duyarım.

Zavallı muhafazakarlar ise, üzerlerine çağlayan azgın nehre karşı kulaç atmaya, yel değirmenleriyle dövüşmeye devam etsinler.

"Bütün o şimdi Sayonisist'in de çoşkuyla ifade etiği komünist eşitlikçi söyleme rağmen hepsi tek adam(lar) üzerine kurulu katı örgütçü yapılardı. Şunu görmek gerek: komünizmin insana dair söylemi ve eylem planı hatalıdır. İktidar gerçekte sadece kendisini amaç edinir. Sosyalist örgütlenmiş devletin yatay yapılanmış komünizm aşamasına geçmesi nâmümkündür." Şu sözlerin özelinde genel bir cevap çıkarmaya çalışayım şimdi de. Komünizm malumunuz, insanın insan üzerinde kurduğu iktidara dayanan bütün yapıları reddeder. Ancak sosyalizm evresinin, insanların yerleşik değerlerinin değişmesi için elzem olan bir süreç olduğunu savunur. Komünizmin insana yönelik düşünsel ve eylemsel planı hatalıdır diyorsun, ancak komünizm fikrinin önerdiği tek bir şablon yok insanın devrimine dair. Bunu amaçlayan bir çok anlayış var, örneğin özgürlükçü sosyalizm. Sosyalist örgütlenmiş bir devletin yerelci komünizme geçemeyeceği iddiası yanlış bence. Çünkü sosyalist örgütlenme yatay bir şekilde yapılabilir kesinlikle. Sosyalizmi, reel sosyalist deneyimlere dayanarak eleştirmek doğru bir tavır değil.

Bir Garip Vampir dedi ki...

Bir kere şu noktayı açığa kavuşturalım. Bu manada özgürlükçü sosyalizm, marksist-komünist anlayıştan öte anarşizme daha yakındır. Fakat sorun şu, ister tavandan bir partinin dürtmesi ile, ister tabandan örgütlenerek olsun farketmez, bir devlet yapısı varolduğu sürece otoriter yapılanmada varolacak demektir. Yalnız komünist düşüncenin problemi bunlardan daha öte. Bana sorarsanız bu anlamda çok büyük kitleleri barındıran ve örgütlü her hareket, eğer bir harekete dönüşebilmişse mutlaka sürü hareketidir, bilinç hareketi değildir, insanları kendi ideolojik düşüncesi doğrultusunda tek tip olarak görür ve o öyle bir kalıba sokmaya çalışır ve mutlaka bir çobanı(ları) vardır.

Başka bir açıdan özgürlükçü sosyalizmin varlığı aslında sosyalist düşüncenin çok temel bir probleminin varlığına işaret ediyor: Özgürlük problemine.

Bunu koyalım bir yana da biz çok daha genel bir eğilim olan ve tarihte de eylem planına az çok dökülmüş olan marksizmi ele alalım. Çünkü örneğin senin yukarılarda saydığın kapitalizm karşıtı hareketlerin olduğu ülkelerin hiçbiri özgürlükçü sosyalizmle falan uğraşmıyorlar. Onlar öyle ya da böyle otoriter bir sosyalizm modeliyle meşguller. Her ne kadar çok tartışılsa da proleterya diktatörlüğüdür bunun özü. Bu Trokçi'yi bile "partinin karşısında haklı olunamaz dedirtecek kadar" katı otoriter bir yapılanmadır. Böyle bir yapılanma eninde sonunda salt kendi varlığını sürdürmeyi amaç edinecektir. Sanıyorum tarihteki örnekler de bunu ayan beyan etmiştir. Onun için kapitalizm karşıtı hareketin yükselişine örnek olarak gösterilen olgular çok umut vaadetmiyor. Bu sistemler içlerine kapanıyor ve çürüyorlar zamanla. Kapitalizmin ve temelde batı düşüncesinin en önemli farklarından biri her düşüncenin karşıtını üretebilmesi ve barındırabilmesidir. Bundan dolayı özellikle entelektüel anlamda asla durağan hale gelmezler. Sürekli düşünsel bir üretim vardır. Neyse uzuyor bayağı..

Sonuç olarak diyebilirim ki tüm teorik alternatif sistemler içinde anarşizm daha ehvendir benim için. Bireyler tek tek devrime dönüşmeden gerçek bir devrim falan olmaz. Böyle bir devrim en ütopik durumdur belki, ama bu düşünce doğrultusunda bir tek bireyin kendi inisiyatifinin sınırlarını farkedebilmesi ve içinde bulunduğu sistemi tam olarak kavrayabilmesi fazlasıyla değerlidir. Binlerce yıllık sistemlerin köleliği içlerine işlediği insanların öyle çarçabuk örgütlenmeler ve ani ekonomik öfkelerle sürüldükleri ve ne ahlakî, ne düşünsel açıdan doğru dürüst kavrayamadıkları devrimden çok daha değerli ve kalıcıdır en azından.

Sayonisist dedi ki...

Kesinlikle öyle. İşte özgürlükçü sosyalizmin devreye girdiği yer burası. Ortodoks Marksizmin, öncü parti kuramının artık geçerliliğini yitirdiğini savunarak, insanların kendi devrimleriyle birlikte toplumsal devrimin gerçekleşebileceğini söyler özgürlükçü sosyalizm. Yöntem ve işleyiş bakımından anarşizmle benzerlikler göstermesine rağmen, iktisadi ilişkiler ve bu ilişkilerin parçalanmasına yönelik teoriler bakımından kesinlikle Marksizmden kopmaz. Hatta biraz ileri gidip, özgürlükçü sosyalizmin bir nevi anarko-komünizm olduğunu bile ileri sürebiliriz. Çeliştikleri noktalar olacaktır elbette.